Pek aziz ve muhterem kardeşlerim, hizmetlerin yoğunluğundan yorgun düştük ve yazılı sohbetlerimizi ihmal ettik. Evvela bu fakire haklarınızı helal etmenizi istirham ediyorum.
Sevgili kardeşlerim,
Bu haftaki sohbetimizde, bizi hizmetimizden alıkoyan, ibadetlerimize mani olan, gaflet konusunu işlemeye gayret edeceğiz. Yüce mevlamız, bizi anlattıkları ile sizleri de dinledikleri ile amel etmeyi nasip etsin. Âmin
Allah dostlarından birisi şöyle buyurmaktadır;
“İlk devirlerdeki (sahabi ve tabiin) iki ortağın birbirini hesaba çekmesinden daha şiddetli bir şekilde nefislerini hesaba çekerlerdi.”
Sevgili kardeşlerim,
Bir ehli irfan günlük hayat muhasebesini yapmalıdır. ‘Bu gün ben Allah için ne yaptım?’ demelidir. Ahiret hesabına bugün neler kayıt ettirdim demeli, kar mı işledim yoksa zarar mı? Rabbim (CC) benden razı oldu mu? Peygamberim (S.A.V.) benden razı oldu mu? Pirim ve şeyhim benden hoşnut oldu mu? Acaba bugün işlemiş olduğum amellerimle onları üzdüm mü? Yoksa sevindirdim mi? demelidir. Her akşam başını yastığa koyunca bir muhasebe yapmalıdır. Ben bu günümü gaflet ile geçirdim mi? Şayet gaflet ile geçirdimse yarın mahşerde benim halim nice olur demelidir. Zira âlimlerden birisi bu konuda şöyle buyuruyor;
“Cenab-ı Hakk’ın kulundan hoşnut olmadığının belirtisi, kulun başkalarının kusurlarını görüp kendi kusurlarını unutmasıdır. Kendisinin günahsız olduğunu düşündüğünden diğer insanları ayıplayıp, kendini onlardan üstün görmesidir. Yine nefsini muhasebe etmekten (düşünmekten) uzak durması ve bu gaflet halinin devam etmesidir. Oysa dünyada gaflet içinde yaşayanlar ahrette pişman ve perişan olurlar. Çünkü güzel sonuç ancak takva sahiplerinindir.”
Kardeşlerim,
Bir ehli irfan her zaman rabbini razı etmenin ve nasıl razı ederimin derdinde olmalıdır. Hep kendi hata ve kusurlarını görmelidir, başkalarının hata ve kusurlarıyla ilgilenmemelidir. Varsa kardeşinde gördüğü bir yanlış onun o yanlışının düzelmesi için yüce Allah’a c.c. istiğfar etmelidir.
En önemlisi ise şahısların hata ve kusurlarını bulunduğu yola hizmet ettiği davayla irtibatlandırması hiç hoş bir davranış olmaz. Zira insanlar fanidir ama bu yol, bu hizmet bakidir. Bizden önce bu hizmet vardı, bizden sonrada olacaktır. Biz bu yolla hizmet ettikçe değerimiz, Allah’ın c.c. yanında itibarımız artacaktır. Bu yol bize değer kazandırır, biz bu yola değer kazandıramayız. Zira bu yol zaten kıymetli ve değerlidir.
Eğer kendimizi hesaba çekmez isek, kendimizde bir varlık bir enaniyet görürsek, o vakit şeytan hemen bizi avlar nefsimiz o vakit şaha kalkar. Bunca güzelliği unutur, küçük ayrıntılar ile meşgul olursunuz, ufacık imtihanlarda sınıfta kalırsınız. Artık Allah c.c. için sevdiğin kardeşlerinin hata ve kusurlarını araştırmaya başlarsın, nerden bir açık bulsam da oradan onu avlasam dersin, yolunda ki değerleri yavaş yavaş kaybetmeye başlarsın. Çok kırılgan ve alıngan olursun, her şeyden kırılır, ufacık şeylerden darılısın, işte gafletimiz bize bu yıkımı yaptırır.
Allah’ım c.c. bizleri ve ehli irfanı gafletten ve gaflete götüren bütün hallerden davranışlardan korusun. Âmin
Bu konuda yüce Allah c.c. şöyle buyuruyor:
“Onlar gaflet içinde olanlardır. Hiç şüphe yok ki onlar ahrette hüsrana uğrayacaklardır.”
Sevgili kardeşlerim,
Kulun gafletinin artması kalbinin Allah c.c. tarafından mühürlenmesinden ve manevi hastalıklarından kaynaklanır. Dışa yansıyan gaflet içeride kalbin örtülmesi ve kilitlenmesidir. Kalbin mühürlenmesi devamlı günah işlemekten meydana gelir. Nihayet günahlar kalbe tamamen hâkim olur. Her bir günah kul için bir ceza sebebidir.
Bu konuda yüce Allah c.c. şöyle buyuruyor:
“Hayır! Aksine onların işlemekte olduğu günahlar kalplerine hâkim olmuş ve onu kirletmiştir.”
Kardeşlerim,
Günahların art arda devam etmesinin asıl sebebi, kendini denetlemekten gafil olmak, nefis muhasebesini ihmal etmek, tövbeyi geciktirmek, istikameti ertelemek, günahlarına af dilemek, ve pişmanlık duymamaktır. Bütün bunların sebebi de dünya sevgisidir. Dünyanın Allah’ın c.c. emirlerine tercih edilmesi ve kötü arzuların kalbe hâkim olmasıdır.
Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor;
“Bunun sebebi onların dünya hayatını ahirete tercih etmeleridir.”
Ayetin devamında: “Allah onların kalplerini mühürlemiştir.”
Sevgili kardeşlerim,
Bizler ihvanımızın hem dünyada, hem de ahirette mutlu olmasını arzu eder, onun için de hep böyle çabalıyoruz. Zira ihvanımızın şu müjdeyi almasını canı gönülden arzu etmekteyim, rabbimiz şöyle buyuruyor;
“Nefsini hevasından (boş ve zararlı isteklerinden) alıkoyan kimsenin varacağı yer cennettir.”
Sultanımız Seyyid Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretleri bu ayetin tefsiri şu şekilde açıklıyor; Böyle kimselerin nefsini dünyayı tercihten alıkoyduğu bildirilmiştir. Çünkü önceki ayet cehennemliklerin azgınlık ile dünya hayatını tercih ettikleri için bu sonuca ulaştıklarını ifade ediyor. Aynı beyanda bir başka ayette;
“Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onlar hevalarına tabi olmuşlardır.” Buyruyor.
Sevgili kardeşlerim,
Nefsin arzusuna uymak kalbin mühürlenmesinin bir neticesidir. Onun içindir ki ehli irfan bu konuda çok dikkatli çok tedbirli olmalıdır.
Kalbin mühürlenmesi de günahlardan meydana gelen bir cezadır. Bunun sonucu ilahi hitaba karşı sağır olmak anlayıp kavrayamamaktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Dileseydik onlara günahları sebebiyle bir takım musibetler verir ve kalplerini mühürledik. Bu durumda onlar hakkı duymazlardı.”
Sevgili kardeşlerim,
Hz. Ali k.v. efendimiz, gafleti insanı yavaş yavaş küfre götüren bir hal olarak tarif etmiş ve Selman ı Farisi (r.a.) ın sorusuna verdiği cevapta küfrü şöyle açıklamıştır; “Küfür dört şey üzerine bina edilmiştir; Bunlar şüphe, cefa, gaflet, ve kalp körlüğüdür.”
Kalbin gafleti artarsa meleklerin kula olan ilhamı azalır. İlham kalbin hakkı duymasıdır. Çünkü uzun süre gaflette kalmak kalbi sağır yapar. Hak kelamını duymamak günahlardan kaynaklanan bir cezadır. Buna karşılık meleklerin kula hayır ve itaat üzere bulunması için destek olması Allah’ın cc. onlara bir ilhamıdır. Kul için de bir fazilettir.
Bu durum şu ayeti kerimede ifade edilmektedir. “Hani rabbin meleklere Muhakkak ben sizinle beraberim. Haydi, iman edenlere sebat verin. Onlara destek olun.” Diye vahyetti.
İbn Ömer r.a tarafından rivayet edilen bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur; “Mühür, rahmanın Arşı üzerinde asılıdır. Haramlar işlendiğinde cenabı hak onu yeryüzüne gönderir kalpler mühürlenir ve sahipleri kör hale gelirler.” Bu mühürleme işi “onlar Kuranı düşünmüyorlar mı, yoksa onların kalblerinde kilitler mi var?” ayeti kerimesinde kalbin kilitlenmesi olarak ifade edilir.
Kıymetli kardeşlerim, gaflet konusunda Allah dostlarının bizlere çok önemli tembihleri vardır şimdi kısaca bunlara da değinelim.
Şeyhülislâm Abdullah el-Ensâri (k.s) der ki; "Allah Teâlâ'nın azabına müstahak olanlar, her an gaflette bulunanlardır. Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azaptan gafil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler. Her zaman uyanık olan kalpler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar. Devamlı âhiret için hazırlık yaparlar. Aslında azaptan emniyette olanlar bunlardır."
Bâyezid-i Bistâmî (k.s) ise; "İnsana en fazla zarar veren şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun gaflet olduğunu gördüm. Gafletin insana yaptığı zararı cehennem ateşi yapmaz. Yâ Rabbi! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütuf ve kereminle bu duayı kabul eyle."
Cüneyd-i Bağdâdî (k.s) de şöyle der; "Hak âşıkları için Allah Teâlâ'dan gafil olmak, ateşte olmaktan daha beterdir." Ona, "Bela nedir?" diye sorduklarında, şöyle demiştir;
"Asıl bela, belayı verenden gafil olmaktır."
Hâkim et-Tirmizî (k.s) der ki; "Şeytanın insana, gafil olduğu bir zamanda yaptığı zarar, yüz aç kurdun, bir koyun sürüsüne yaptığı zarardan daha fazladır. İnsanın nefsinin kendisine yaptığı zarar da, yüz şeytanın yaptığı zarardan fazladır."
Hâris el-Muhâsibî (k.s) der ki; "Günahlar gaflet getirir. Gaflet ise kalbin katılaşmasına sebep olur. Kalbin katılaşması, insanı Allah Teâlâ'dan uzaklaştırır ve Allah'tan uzaklık ise cehenneme götürür. Kalbin Allah'tan gafil kalması bir kul için bela ve musibetlerin en büyüğüdür."
Hazreti Mevlana dan (k.s.) şu menkıbe anlatılır;
Bir defasında Hz. Mevlânâ, müridi Siraceddin'in evinde misafir olmuş, gece sabaha kadar namaz kılıp Rabbine niyazda bulunmuştu. Bunun üzerine müridi;
"Sultanım sabah oldu. Bir nefes dinlenseniz" diye ricada bulunduğunda Hz. Mevlânâ,
"İyi ama eğer biz de uyursak, bunca uyuyana kim imdat edecek?" diye hikmetli bir cevap vermiştir.
Biri Zünnün-ı Mısriyi (k.s) rüyasında gördü ve ;
"Allah Teâlâ sana nasıl davrandı?" diye sordu. Zünnûn şöyle cevapladı;
"Allah beni huzurunda durdurdu ve
'Ey iddiacı, ey yalancı! Beni sevdiğini iddia ettin, sonra benden gafil oldun!' dedi."
Bilâl b. Sad (r.ah) şöyle derdi; "İnsanlar acaba cehennem azabına inanmıyorlar mı? İnanıyorlarsa niye hazırlanmıyorlar? Bu nasıl gaflettir?"
Ahmed Yesevî (k.s) şöyle diyordu; "Ey gaflet uykusunda uyuyanlar, iyi biliniz ki sizi yaratan uyumuyor."
Şakîk-ı Belhî'den (k.s) şöyle nakledilir;
"İnsanlar ağızlarıyla şu üç şeyi söylerler, fakat davranışları buna aykırı düşer.
Biz Allah'ın kuluyuz, derler. Fakat başıboşlar gibi hareket ederler. Bu durum sözlerine ters düşer.
Allah bizim rızkımıza kefildir, derler. Fakat kalpleri ancak dünya malı biriktirmekle tatmin olur. Bu da sözlerine ters düşer.
Dünyada ölümden kurtuluş yoktur, derler. Ancak hiç ölmeyecekmiş gibi davranırlar. Bu da söylediklerine ters düşer.
Ey kardeşim! Kendine şöyle bir bak. Hangi bedenle Allah Teâlâ'nın huzurunda duracaksın? Hangi dil ile ona cevap vereceksin? Küçük büyük her şeyden seni sorguya çektiğinde ne diyeceksin? Sorulara cevap hazırla, cevapların da doğru olsun! Zira Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: 'Allah'tan sakının, çünkü O (hayır ve şer olarak) yaptığınız her şeyden haberdardır.'
Sonra Allah'ın emirlerini terk etmemeleri, açık ve gizli her durumda O'nu tek ilâh bilmeleri hususunda nasihatte bulundu."
Ebû Ali ed-Dekkâk (k.s) der ki; "Hasta olan salih bir dostumu ziyarete gittim. Büyük şeyhlerdendi, etrafında talebeleri vardı ve ağlıyordu. İyice yaşlanmıştı.
"Ey şeyh, neye ağlıyorsunuz, yoksa dünyaya mı?" diye sordum.
"Hayır, asla, bilakis kaçırdığım namazlara ağlıyorum" dedi.
"Nasıl olur, siz devamlı namazlarınızı kılardınız!" dedim.
"Bugüne kadar geldim hep gaflet içinde başımı secdeye koydum ve gaflet içinde başımı kaldırdım. Şimdi de gaflet içinde ölüyorum" dedi.
Harun Reşid, bir ramazan günü Behlûl'e,
"Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et" diye tembih etti.
Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlûl(k.s) beş-on kişilik bir grupla çıkageldi. Harun Reşid şaşırdı ve;
"Behlûl bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmiştim.”
"Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sûreyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış" diye cevap verdi.
Kıymetli kardeşlerim,
Gafletten uzak kalmanın yolu şeyhimizin bize yazdığı reçeteyi uygulamak sohbetlerden zikirlerden hizmetten geri kalmadan çalışmaktır. Şöyle bir örnek vereyim, bir insan bir hafta yıkanmasa ne olur, kokmaya başlar değil mi? İşte sohbetten, zikirden, ibadetten geri kalan kişiye de gaflet hastalığı bulaşır, ibadetlerden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlar, kendi hatasını unutur bahaneler uydurma hastalığı baş gösterir ,ibadetlerde bıkkınlık, gevşeklik meydana gelir, derken ibadetlerden uzaklaşır. Onun içidir ki, sohbetler, zikirler, diğer farz ibadetler, bizim için çok hayati önem taşımaktadır. Böyle bir hal içerisinde olan ehli irfan hemen yüce Allah’a tövbe etmeli, ibadetlerine, hizmetlerine sımsıkı sarılmalıdır. Yüce Allah cc bizleri gafletten ve gaflete götüren bütün hallerden muhafaza eylesin âmin.
Selam ve dua ile
Hizmetkar 15.04.2014