Medine’nin kaynaklarda 80’e yakın ismi geçiyor.
Bunlardan birisi de “Dâru’s-Selam”…“Barış, Esenlik ve Adalet Yurdu” anlamına gelen bu isim, çağlar önce Hz. Süleyman tarafından şimdiki Kudüs hakkında da kullanılmıştı: Jarusalem…
Bunlar, aynı zamanda, Müslümanların yeryüzündeki ezeli hedefini gerçekleştirme teşebbüsü olu-yor: “Allah Dâru’s-Se-lam’a çağırıyor.” (Yunus; 25).
Peygamberimiz Medine’ye gelince şehrin “Yesrib” olan ismini “O Medine’dir” diyerek değiştir-di. Medine, ‘din’ kökünden geliyor ve “dinin zamanda ve mekanda ete kemiğe bürünüşü” demek oluyor.
Bakın, bir din zamanda ve mekanda nasıl ete kemiğe bürünüyor ve bu bürünüşün temelinde ne-ler yatıyor. Yani “Medine” nasıl kuruluyor. Sahneler halinde sıralıyorum, her bir sahnede nice mesajlar var…
***
Hz. Ali ve Suheyb hicrette Medine’ye en son gelenlerdi. Ali Mekke’de kalmıştı çünkü müşriklerin peygambere bıraktıkları emanetleri sahiplerine iade edip öyle gelecekti… Öte yandan bu müşrik-ler Mekke’de mahzur kalan Suheyb’i ancak “mal” karşılığı serbest bırakmaya razı oldular… Pey-gamberimiz Ali’yi Medine’ye gelince yanına aldı, Suheyb’in çöl sıcağından pişmiş ayaklarını elle-riyle ovdu ve her şeyini geride bırakıp gelmiş birisi için “Büyük kazanç işte budur! dedi…
Böylece “kuruluş” başladı…
***
Kuba denilen yerde ilk Cuma namazını kıldırdı. Verdiği hutbede şunları söyledi; “Ey insanlar! Ne bir aracı ne de bir tercümana ihtiyacı olmayan Rabbiniz ile karşılaştığınızda size “Resulüm size gelmedi mi? Size onca mal mülk verdim, bana ne getirdiniz?” diye so-racak. Kişi sağına soluna bakacak ve kimseyi göremeyecek, önünde ateşi görecek. Ey insanlar! Kendinizi bir hurma vererek de olsa bu ateşten koruyun. Verecek bir şeyi ol-mayanlar kardeşine tabessüm etsin zira tebessüm de sadakadır. Allah bire yüz vere-cektir. Allah’ın selamı üzerinize olsun…!
Medine’yi kuran “hutbe” işte buydu.
***
Medine’de “bahçe sahipleri”, bahçelerinin etrafına duvar çevirmişti. Onlara şöyle dedi: “Ey Ensar! Mallarınızı saklamak ve yetim ve yoksullardan esirgemek için mi böyle yapıyor-sunuz? Halbuki bahçeleriniz ve oradaki mallarınızdan yerdeki Ademoğullarının ve gök-teki kuşların hakkı vardır. Sevap kazanmak istiyorsanız duvarları yıkın!” Böylece Medi-ne’de bahçe duvarını yıkmayan kimse kalmadı.
Medine’yi kuran “yıkım” işte buydu.
***
Şehrin içlerine doğru devesi Kusva ile ilerledi. Kabile zenginleri önünü keserek “Ey Allah’ın Re-sülü bizde mal çoktur. Evimiz çardaklı ve geniştir. Servetimiz boldur, bize buyur” diyorlardı. Böyle böyle her kabilenin mahallesinden geçerken önünü kesip kendilerine buyur ettiler. Her defasında “Malınız, servetiniz sizin olsun, hayrını görün. Devenin yularını bırakınız, o gideceği yere gidecektir” dedi. Deve nihayet Sehl ve Süheyl adında iki öksüz ve evsizin durduğu yere çöktü. Burası bir hurma kurutma yeriydi. Buraya en yakın ev de Ebu Eyyub el-Ensa-ri’nin eviydi ve Medine’nin en yoksul eviydi. “Burada konaklıyoruz” dedi. Ve oraya mescid yapıldı. Mescidin yapımında bizzat çalıştı, oraya Mescid-i Nebi dendi.
Medine’yi kuran “bina” işte buydu.
***
Beş ay kadar sonra “Kardeşlik” antlaşması yapıldı. 186 aile birbiriyle kardeş oldu. Malda mülkte ortak oldular. Birbirlerine mirasçı bile oluyorlardı. Onar onar evlere yerleştiler. Bir ineğin sütünden on aile içiyordu. Arazisi olan olmayanla bölüşüyor, tarlalarda nöbetleşe çalışıyorlardı. Tam bir kardeşlik devrimi gerçekleşmişti. “Yar yanağından gayrı her şey ortak” oldu. Öyle ki kardeş yapılan Medine’li, Mekke’liye “İşte mallarım, yarısını sana veriyorum. İki eşim var, senin seçtiğin birini hemen boşayayım, sen evlen!” bile diyebilmekteydi. Bölüşmüşlerdi ne varsa ekmeği aşı, harç yapmışlardı şehre sevgiyi, barışı…
Medine’yi kuran “aşk” işte buydu.
***
Medine’de pazar ve panayırlar vardı. Satın alınan bir yerde pazar kurdurdu. Panayır mafyasının itirazına rağmen “Burada kim erken gelirse yer onun olacak, yer kondu parası alınmayacak” dedi. Böylece yoksul satıcıların bu pazara rağbet etmesini sağlayarak, ötekilere alternatif alış veriş alanları açtı. Gençlik yıllarında Arabistan’ın çeşitli yelerinde kurulan panayırlara katıldığından neyin yapılması gerektiğini çok iyi biliyordu. Ticaret yaparak zenginleşen arkadaşlarını gördüğünde “Cennete zor girer” veya “Elinden tutmasam ateşe düşüyordu” gibi imalarla fazla mallarını infak ettiriyordu. Mal ve mülkün belli ellerde toplanmasını ve sınıflaşma meydana gelmesine asla göz yummuyordu. Böyle böyle örneğin Abdurrahman b. Avf’ın ticaret kervanlarından elde ettiği malları beş kez infak ettirerek sıfırlatmıştı. Sürekli olarak ihtiyaçtan fazla malın infak edilmesini emrediyordu. Büyük mülkiyetlere ortaklaşa, küçük mülkiyetlere de şahsi olarak sahip olunabilirdi. Bundan fazlasına izin vermiyordu. Tarlada çalışanlara buranın sahibi nerede diye sorunca, tarlayı kiraladık dediklerinde, “Böyle olmaz, ya kendisi de gelecek, ortaklaşa üretip paylaşacaksınız, ya da burayı size infak edecek” diyordu. Emeksiz kazanca asla izin vermiyordu. Medine’de alternatif üretim (halk) ve paylaşım (kerem) düzeni böyle kuruldu.
Medine’yi kuran “emek” işte buydu.
***
18 kabileyi bir araya getirerek 47 maddelik “Medine Sözleşmesi”ni imzaladı. İçlerinde gayrı muslimlerin de bulunduğu bu sözleşme şöyle başlamaktaydı: “… İşte bunlar diğer insanlardan ayrı tek bir ümmettir.” Sözleşme metninde en çok geçen kelime adalet ve ma’ruf (ortak iyi) idi. Sürekli olarak yeni kurulan topluluğun (komün/cemaat) karşılıklı yardımlaşması ve dayanışması vurgulanmaktaydı.
Medine’yi kuran “anayasa” işte buydu.
***
Toplumda tartışmasız liderlik rolü üstlenmesine rağmen benzerleri arasında birinci (primus inter pares) kuralına göre hareket ediyordu. Ne tantana ve ne de debdebeli törenlere tenezzül ediyordu. Giydiği elbiseler, oturduğu ev ve konuşma tarzı vs. bakımından diğer insanlardan hiçbir farka sahip değildi. Onunla konuşulurken “Ey Allah’ın elçisi!” veya “Ya Muhammed!” ya da künye adıyla “Ya Ebe’l-Kasım!” şeklinde hitap edilirdi. Asla onun kapısında bir düşman saldırısı hariç bir muhafız nöbet beklememiştir. Bu durum Medine’deki evi için olduğu kadar yolculuk sırasında karargah kurduğu sırada da sözkonusudur. Halk yığınları arasına girip karışırdı. Halk arasında en sıradan kişiler bile onunla rahatlıkla görüşebilirdi. Şehrin cadde, mahalle ve çarşılarında herhangi bir insan gibi yürürdü. Elbiselerini kendi yamar, ayakkabılarını kendi tamir ederdi. Hasta olan Yahudi bir çocuğu ziyarete gider, cenaze geçtiğini görünce gayr-i Müslim de olsa ayağa kalkardı. Bir gurup arkadaşı ile piknikte koyun kesildiğinde birisi yüzme, diğeri etleri doğrama işiyle meşgül olurken o da çalı çırpı toplamaya çıkardı. “Hayır biz yaparız, siz oturun” demelerine rağmen kabul etmezdi. Yolda birisine arkadan yaklaşarak kolunu tutup kaldırır “Bunu kim satın almak ister” diye çağırarak veya arkadaşının yüzüne ağzından su püskürterek şakalaşırdı. Eşiyle koşu yarışı yapardı. Pazarda satıcının torbasına eline daldırır, altı yaş çıkınca “Bunu alıcıya haber ver yoksa aldatmış olursun” derdi. Savaşta mübarezeye (düello) çıkmış, yaralanınca arkadaşlarının omuzlarına yaslanarak çadıra taşınmıştı…
Medine’yi kuran “önder” işte böyleydi.
***
Bir gün namaz kıldırırken aniden namazı kısa keserek bitirdi. Hızla evine gitti ve bir müddet sonra döndü. “Ne oldu ey Ebe’l-Kasım!” diye sordular. “Eve bir kesede altın ve gümüş (para) getirmişlerdi. Namazda aklıma geldi, gidip yoksullara verdim. Aksi halde helak olacaktım.” dedi…
Medine’yi kuran “korku” işte buydu.
***
Ve son sahne…
Son nefesini verirken eşi Aişe’ye sordu; “7 dirhemimiz vardı, o ne oldu? Duruyorsa hemen infak et.” Aişe infak edip gelince “Rabbimin huzuruna üzerimde mülkiyet olduğu halde çıkmaktan haya ederim”dedi…
Medine’yi kuran “haya” işte buydu.
***
Ne zaman onun adını duysam bu sahneler aklıma gelir. Yerden ve gökten kaçar, yerin dibine geçerim. Bu “haya” olmazsa Medine kuramazsınız. Böyle kuruldu Medine, böyle…
(Tavsiye kitap: Muhammed Hamidullah; İslam Peygamberi; “İktisadi Sistem” ve “Devrin Sosyal Yapısı” bölümleri, c.2, M. Asım Köksal; İslam Tarihi; “Peygamberimizin Medine’ye Gelişi” bölümü, Medine Dönemi; c.1-2, Kütüb-i Sitte; “Mudâraba” ve “Müzârea” bölümleri).