Rahman ve Rahim olan Allah'ın cc adıyla
Pek aziz ve muhterem kardeşlerim;
Bu haftaki sohbetimizde tasavvufun amacını, gayesini, hedefini anlatmaya gayret edeceğiz. Yüce Mevlâmız, bizleri istifade eden kullarından eylesin. Bu güzel yolda istikamet üzere kuran ve sünnet caddesinde emin adımlarla ilerleyen ve rıza-i bariye erişen kullarından eylesin.
Aziz kardeşlerim ,
Bu hususta, Efendimiz (s.a.v.) yapmış olduğu tarihi uyarı hayati önem taşımaktadır: Resulullah (s.a.v.) “Önce en yakın akrabanı uyar.” [1] ayeti nazil olduğunda, Allah’ın (c.c.) istediğini yerine getirmiş ve şöyle konuşmuştur:
‘Ey Kureyş! Kendinizi kurtarın. Ben Allah-u Teâlâ’dan size gelecek olan hiçbir şeyi (dünyevi-uhrevi azabı, felaketi) savamam.
Ey Abdi Menaf oğulları! Sizin başınıza gelecek (musibetleri de) gideremem. Kendinizi kurtarın. Ey Abbas! Başına gelecek şeyleri engelleyemem. (kendini kurtar)
Ey Muhammed’in kızı Fatıma! Malımdan istediğini al ama (kızım olmana rağmen) Senin başına gelecek şeylerin hiçbirisini önleyemem. (Sen de kendini acilen kurtarmaya bak.)” [2]
Kardeşlerim,
Hz. Peygamber (s.a.v.), “Her insanın kendi yaptığından sorumlu olduğunu” [3] bildiği için yukarıdaki uyarıyı yapmıştır. Uhrevi yardımın şartlarından birisi de imanlı bir şekilde Allah’a vuslattır. Bu gerçekleşmezse, peygamber bile olsa kimse şefaatçi olamaz. Kurtulmak için, hayatı iman ve salih amellerle ihsan üzerine donatmak şarttır. İman, yakine ulaştırılıp farzlar yerine getirilip, nafilelerle çok iştigal edilerek Allah’a yaklaşılmazsa, kuru kuruya aidiyet sahibine kesinlikle yarar getirmez. Konuyla ilgili en önemli ve hikmet dolu uyarıyı Hz. Peygamber (s a.v.) şu hadislerinde yapmıştır:
“Kim amel(ler)i geri bırakmışsa, soyu ve nesebi onu (bir adım bile) ileriye götüremez.” [4]Kendini nereye ait görürsen gör; kime yakın olduğunu iddia edersen et, ama kâmil imandan ve ameli sahilten uzak durmaman gerekir. Hem kalbin ameli olan iman, hem de ibadetler hakkıyla yerine getirilmelidir.
Buraya kadar meseleye ışık tutan ayet ve hadislerden bir kısmını ele almamıza rağmen, günümüzde de bazı insanlar, tasavvufi kurumları sığınak haline getirmek suretiyle ahirette kurtulacaklarını; mürşidlerinin kendilerini sıratta, mizanda ve amel defterlerinin dağıtımında yalnız bırakmayacaklarını iddia etmektedirler. Böyle bir yaklaşım ve anlayış gayba iman konusuyla ilgili olmasından dolayı, İslâm’ın ruhuna aykırı olduğu gibi, insanı salih ameller yapmaktan da engeller.
Aziz kardeşlerim,
Peygamber Efendimize (s.a.v), Hz. Ayşe annemiz: “Ey Allah’ın Resulü! Kıyamet gününde aile fertlerinizi hatırlayacak mısınız?” dediğinde, Hz. Peygamber (s.a.v) şu cevabı vermiştir: “Şu üç yerde hatırlamayacağım. Amel defterleri verilirken, insanın amelleri mizana konulurken ve sırattan geçerken” [5]
Kardeşlerim,
Resulullah (s.a.v.) bu cevabı verdiğine göre, insanların olayı Müslümanca düşünüp ayet ve hadislere aykırı değerlendirmeler yapmaması gerekir. Mürşitleri abartılı anlatıp, itikadi tehlikeler yaşamaya ve yaşatmaya gerek olmadığı kanaatindeyiz. Ayet ve hadislere aykırı beyanların herhangi bir bilgi değerinin olmadığının bilinmesi önemli bir kuraldır.
Tasavvuf, Müslümanların irfan meclislerinden birisidir. Meşruiyyetini Kuran-ı Kerim ve Sünnetten alır. Naslarla çatışan bir sufilik anlayışının kabul edilmesi mümkün olmadığı gibi, Müslümanlara manevi yararlar sağlaması da imkansızdır. Tasavvufun amacı; inançta, ibadette, muamelatta ve ahlakta Resulullah’ı (s.a.v.) örnek alan şahsiyetli ve gayretli mü’minler yetiştirmektir. Enfusi(nefsi) alanda bütün hastalıkları tedavi edip, bireysel ve toplumsal anlamda, nebevi bir cemaat oluşturmayı hedefler. Emanete liyakat kazanan bu cemaata şahid ümmet olduğunu hatırlatır ve ona ayaklarının bastığı yerlerden itibaren toplumsal değişim yapmasını öğütler. Hayatın tüm alanlarında İslâm hâkim olana kadar cihadın farz-ı ayın olduğunu bildirir ve kapalı odalarda belirli zevkleri paylaşanların sufilikle bir irtibatının olmadığını gönüllere zerkeder. Velhasıl tasavvuf, kuru bir aidiyetle cennetlik olunmayacağını herkese ilan eder ve hayatı anlamlandırırken; Kur’an’a dört elle sarılıp muhtevasını yaşamayı; ayrıntılar dâhil hayatın bütün cephelerinde Hz. Peygamberi (s.a.v.) örnek almayı, helal lokma yemeyi ve haram kazanç yollarının tamamından kaçınmayı, kimseye eziyet ve zulüm yapmamayı günahlardan uzak durmayı, şayet günah işlerse hemen kendine gelip tevbe etmeyi ve haksızlıkları telafi etmeyi ve her hak sahibine hakkını vermeyi prensip edinir.[6] Bütün bu sayılan hususlarda samimi olunur ve kelime-i tevhidin hükmüne iman üzere hayat sonlandırılabilirse; gerçek vuslat tahakkuk ettirilebilirse, işte o zaman cennet kazanılabilir.
Kıymetli kardeşlerim,
Yüce Mevlamız bütün ehli irfanımıza sırat-ı müstakim üzere bir hayat yaşamayı nasip eylesin. Selam ve Dua ile
[1] Şuara 26/214
[2] Buhari, 65, Tefsir, 2, c.IV, s.17; Müslim, I, İman, 89, Had.no: 351, c.I, s.192-193; Tirmizi, c.V, s.338; İbni Mace, 30, Had.no: 6, c.VI, s.250.
[3] Bakara 2/286.
[4] Ahmed, Müsned, (tah: Muhammed Şakir), Had.no: 7421 c. XIII, s.161.
[5] Ahmed, Müsned, c. VI, s.101.
[6] Uludağ, Süleyman, Tasavvufi Terimler Sözlüğü, Marifet yay. 1996, İstanbul, s. 543.
İrfan Meclisi Tasavvuf Serisi 2022