ziyaretci sayacı


Aktif :
Bugün :
Toplam :
Anasayfa
Abdülkadir Geylani Hazretleri (K.S.)

Evliyanın Sultanı, Bağdat’ın güneşi, Muhammedi bahçenin nadide gülü, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) sadık torunu, Gavs’ül Azam Kut’bur Rabbani Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri. Gavs; Saadet denizindeki eşsiz inci O'dur. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikatte mükemmel olandır. O'na birçok isimle seslenilir. Şeyh, önder, hadi, mehdi derler. İmam, halife, kutup, kutupların kutbu, zamanın sahibi derler. Cihanı gösteren kadeh, âlemi gösteren ayna, en büyük iksir diye nitelerler. Ölüyü dirilten, Ab - ı Hayat suyunun sahibi derler. Tüm varlık O'nun varlığının cüzleri olup, varlığın bütünlüğü bir tek şahıstadır ve tüm varlığın gönlü O tek gönüldür; âlem gönülsüz olmaz. Âlemin yegânesi olan O gönlün ALLAH zikri, âlemi ayakta tutandır. Mülkte, melekûtta ve ceberutta hiçbir şey O'nun gözüne örtülü kalmaz, eşyayı ve eşyanın hikmetini olduğu gibi bilir ve görür. Varlığın tümü hem görünüş hem de mana olarak O'nun nazarı altındadır. Âlemin olayları O'nun neş' esi üzerine devreder. Gavs; dünyayı yoluna sokmaktan, halkın kötü alışkanlık ve adetlerini kırıp, yerine doğruyu, güzeli iyiyi yaymaktan, beşeriyeti ALLAH' A davet edip, O'nun azametini ve birliğini bildirmekten, insanlık yollarını açmaktan, ahiretin değerini, ebediliğini bildirip, dünyanın değişken, sonlu ve değersiz olduğunu anlamaktan bir an bile geri durmaz. Hak için halka hizmeti kesintisizdir. O'nun kendinde kendine özel gücü ve kudreti, kendine özel muradı yoktur.

O hep ALLAH ile ALLAH içindir. Padişahın sarayında kesintisiz kulluktadır. Yine de tamamen özgürdür; beşeri eğilimler, gereksinimler O' nu bağlayamaz: Ruhtur ve varlığın ruhunun ruhudur. Varlığın kalesidir. Meleklerin secde ettiği varlıktır. İnsan denince o bilinir, şeref ve emanet O'ndadır. O, Resulullah Efendimiz'dir ve Efendimiz' in Nur'unu taşıyan Varis'leridir.

Hayatı

Arapça’da "el-Cîlî", Farsça’da "Gîlî" veya "Gîlânî", Türkçe’de ise "Geylânî" şeklinde telafüz edilen bu büyük şahsiyetin tam adı, Muhyiddin Ebû Muhammed Abdulkâdir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî’dir. Tarikat ehli katında "imam-ı eimme", şeriat ehli katında da "mahbub-u sübhanî" ve muhyiddin lakablarıyla meşhur olmuşlardır. 470/1077 tarihinde Hazar denizinin güney batısındaki "Gîlân" eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde doğdu.

Geylanî için "Aşk ile doğdu, kemâl ile yaşadı ve kemâl-i aşk ile öldü" diyerek tarih düşürülmüştür ki, ebced hesabına göre "aşk" 470, "kemal" 91, "kemal-i aşk" ise 561’e tekabül etmektedir.

Buna göre Geylânî 470’de doğmuş, 91 senelik bir ömürden sonra 561 tarihinde vefat etmiştir. Nesebi, ana tarafından Hz.Hüseyin’e, baba tarafından Hz.Hasan’a ulaşmaktadır. Babası Ebû Salih Musâ’nın dindar bir kişi olduğu bilinmekte, ancak hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Devrin tanınmış zâhid ve sufilerinden olan Ebû Abdullah es-Savmaî’nin kızı olan annesi Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbâr Fatıma’nın kadın velilerden olduğu kabul edilir. Küçük yaşta babasını kaybeden Abdülkâdir, annesinin yanında ve dedesinin himayesinde büyüdü.

Tahsili

İlk tahsiline Gîlân’da başlayan ve daha küçük yaşlarda büyüklüğüne işaret eden keramet ve alametler gösteren Abdülkâdir, onsekiz yaşına gelince ilim tahsili için annesinden izin alarak bir kafileye katılıp Bağdat’a gitti. Geylânî’nin Bağdat’a ilim tahsili için gittiği tarih(488/1095) aynı zamanda Gazzali’nin Nizamiye Medresesi’ndeki görevini terkederek Bağdat’tan ayrıldığı tarihtir.

Abdulkadir Geylani(ks) Bağdat'a ilim tahsiline gidişini şöyle anlatır: "Küçük idim, arefe günü çift sürmek icin tarlaya gittim. Tarlada öküz dile geldi. "Sen bunun icin yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" dedi. Eve geldim, durumu anneme anlattım. Babamdan miras olarak kalan kırk altını koltuğuma dikti ve beni Bağdat'a ilim tahsil etmeye gönderdi. Giderken bizi eşkiyalar çevirdi, bana senin neyin var dediler. Ben de "Kirk altınım var" dedim, önce inanmadilar, sonra üzerimi aradılar, altınları bulunca : "Neden söyledin?" sorularına, "Anneme yalan söylemeyeceğime söz verdim" deyince, eşkiyanin reisi "Bu kadar senedir ben, beni yaratip yetiştiren Rabbime ihanet ediyorum"dedi ve orada hepside tevbe etti. İlk olarak benim elimde tevbe eden bu altmış kişi oldu." Orada devrin meşhur hadis, fıkıh ve edebiyat alimlerinden ilim tahsil etti ve kısa zamanda usul, fürû ve mezhebler konusunda geniş bilgi sahibi oldu.

Kısa zaman içinde kazandığı üstün şöhreti, yıldırım hızıyla yayılmış ve her tarafı kuşatarak, ilmen zamanının önderi ve imamı olmuştu. Hanbelîlerin mezhebine bağlı olduğundan, "Hanbelîlerin tabi olduğu şeyh" denilebilecek bir seviyeye yükselmiş, kendisinden istifade eden pek çok alim ve fakih yetişmeye başlamıştır. Ancak o, Hanbelî mezhebinden olmasına rağmen Hanbelî ve şâfiî mezhebine göre fetva verir, verdiği fetvalarla fakihleri hayran bırakırdı. Rivayete göre rüyasında; Ahmed b. Hanbel, Abdülkâdir Geylanî’den o sıralarda zayıf durumda bulunan Hanbelîliği canlandırmasını istemiş, O da Hanbelî mezhebine girerek bütün gücüyle bu mezhebi ihya etmeye çalışmış, bundan dolayı kendisine "Muhyiddin"(Dini ihya eden) ünvanı verilmiştir. Bağdatta bir süre Ebû Hanife’nin türbedarlığını yaptığı da rivayetler arasında yer almaktadır. 

Tasavvufa intisabı

Bağdat’da Hocası Ebû said Ali b. el-Mübarek el-Mahzumî’ nin kendisine tahsis ettiği Babülerec’deki medresede tefsir, hadis, kıraat, fıkıh ve nahiv gibi ilimler okuttu ve vaaz vermeye başladı. Ancak bir süre sonra bütün bunları bırakarak halvete çekildi.
Bağdat mutasavvıflarıyla yakın dostluklar kurduğu bu yıllarda şeyh Ebû’l-Hayr Muhammed b. Müslim ed-Debbâs(ö.525/1131)’ın sohbetinde bulunmuş, ilk intisabını bu zata yapmıştı. Onun yanında gerçek mücahidlere yakışır bir süluk çıkaran Geylânî, rivayete göre bilahare bu zata damat olmuştur. Debbâs’dan aldığı tarikat yolunu kadı Ebi Said el-Mübarek el-Mahrumî’nin yanında kemale erdirmiş ve ondan icazet almış, tarikat hırkasını da onun elinden giymiştir. Geylanî Bağdat ve Kerh civarında yirmibeş seneye yakın inziva hayatı sürdürmüştü. Son halvette, tam kırk gün hiç bir şey yiyip içmediği gibi, her hangi bir kişi tarafından yedirilinceye kadar da yememeğe azmetmişti. Geylanî bu şekilde maddi ve manevi kemale erdikten sonra 520/1126 senesinde Bağdat’a dönerek yeni baştan vaaz ve nasihat toplantılarında aşk ve irfan erbabına hakikat ve marifet öğretmeye başladı. 

İrşad Hususiyetleri

Sufi Yusuf Hemedanî’nin tavsiyesi üzerine tekrar cemaate vaaz vermeye başladığında ancak bir kaç kişiye hitab ediyordu. Fakat daha sonra cemaati giderek arttığı ve medrese dar gelmeye başladığı için vaaz meclisini Babülhalbe’deki bir camiye nakletti. Onun tesirli sözlerinden halk okadar memnun kalıyordu ki, burası da artık cemaati almaz olmuştu. Bu yüzden 528/1133 yılında bazı ilavelerle medrese genişletildi ve Abdülkâdir’in ismine nisbet edilerek öğretime yeniden açıldı. Cemaatin mütemadiyen çoğalması üzerine, açıktan vaaz etmek zorunda kaldı. Bu vaazları dinlemek için yetmişbin kişinin Bağdat’a geldiği ve arka safta bulunan dinleyicilerin ön saftakiler kadar sesini rahatlıkla işittikleri rivayet edilir. Sonraları orası da halkı almayınca yüksek bir tepenin üstüne büyük bir kürsü koydular ve oradan kendisini takibetmeye başladılar. Vaazlarında cemaate kurtuluşu ve cenneti vadettiğini, bu konuda onlara teminat verecek kadar inançlı ve kesin konuştuğunu, hitabetinin son derece etkili olduğunu kaynaklar görüş birliği içinde zikrederler.

Karşılaştığı kimseleri hemen tesiri altına aldığı için "Bâzullah"(Allah’ın şahini) ve "el- Bâzu’l,eşheb"(avını kaçırmayan şahin) ünvanıyla da anılmıştır.
Tasarruf ve kerametlerinin ölümünden sonra da devam etttiğine inanıldığı için, müridlerinin darda kaldığı zaman söyledikleri "Medet yâ Abdülkâdir!" sözü tarikat geleneği halini almıştır. Onun meclisinde, yaptığı kötülüklere tevbe eden, nadim olan yol kesiciler, katiller, fasıklar, itikadı bozuk ve sapık olanların yanısıra, çoğu kere orada müslüman olan Yahudi ve Hristiyanlara da raslanırdı. Rivayete göre onun vasıtasıyla beşbinden fazla Yahudi ve Hristiyan, yüzbinden fazla eşkiya tevbe etmiştir.
Hülasa onun insanların ruhlarına, düşüncelerine hitab eden daveti bütün İslâm toplumunu etkilemiş, ölü düşünce ve ruhlar yeniden canlanarak, toplum içinde üstün bir ahlak ve fazilet hareketi başlamıştır.

Vefatı

Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks), 91 sene hayat sürdü. Uzun ve verimli geçen hayatının son günlerinde ağır bir hastalığa yakalandı.

Bu hastalığı sırasında şöyle demiştir:
“Kalp Allah ile sahih, sıhhatli olursa ondan ne bir şey kopar, ne de bir şey çıkar… Ben, kabuksuz özüm!”

Sonra evlâtlarına: “Etrafımdan çekilin dedi. Ben zahirde sizinle beraberim, fakat bâtında başkalarıyla beraberim… Benimle sizin ve halkın arası, gökle yer arası kadardır. Ne beni bir başkasına, ne de bir başkasını bana kıyaslamayın. Huzurumda başkaları var. Onlara yer açın. Onlara karşı edepli davranın. Burada büyük bir rahmet var. Onlara mekânı daraltmayın.”

Hastalığı sorulduğunda “Onu ne bir cin, ne bir insan ne de bir melek, hiç kimse bilemez, kimse anlayamaz.” diye cevap verdi.

Oğlu Abdulcebbâr ondan neresinin ağrıdığını sorduğunda: “Her tarafım ağrıyor. Ancak kalbim hâriç. Orada ağrı yok. Kalbim Allah-u Teâla جل جلاله ile beraber” diye cevap verdi.

Oğulları Musa ve Abdurrezzâk’ın bildirdiğine göre, elini kaldırıp, uzatarak şöyle diyordu:
“Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin de üzerinize olsun. Tövbe edin ve safa girin. Şimdi size geliyorum. Refakat edin. Refakat edin.” Sonra Hak geldi, ölüm sarhoşluğu geldi.

Ölmeden önceki son sözleri ise şunlar olur: “Kendisinden başka ilâh olmayana sığındım. O Hay’dır, Kayyum’dur. O asla ölmez. Yok olma O’na ulaşamaz. O Münezzehdir. Müteâl’dir. Kudretiyle üstün gelen, ölüm ile kulları üzerine Kahhâr olan Sübhân’dır. Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed, Allah’ın resulüdür. ”

Asıl yurdu olan melekût âlemine geçme zamanı gelince şu ferman erişti: “Ey mutmain olmuş nefis geri gel.”
Bunun üzerine nasut (insanlar) âlemi ağladı, melekût âlemi sevindi.

Hicri 561 senesi Rebi’ul Ahir ayının 11. Günü, Cumartesi gecesi sabaha karşı vefat eylediler. Çok kalabalık bir cemaatle cenaze namazı kılınmış, Babu’l- Ezc’de hazırlanan markada geceleyin defnolunmuştur.
Vefat gününde ihtilaf vardır. “Behçetü’l Esrar” adlı kitapta hicri 561 senesi Rebi’ul Ahir ayının 9. günü vefat etiği yazılıdır. İbn-i Cevza hazretleri “Mir’at-uz Zaman” adlı eserinde diyor ki; “Gavs’ul A’zam Hazretleri 561 senesinde vefat etmiştir. Kalabalığın fazlalığı yüzünden gece defnolunabilmiştir. Çünkü cenazesinde bulunmak için Bağdat’ta kimse kalmamıştı.
Hilye denilen yer ve bütün yollar, sokaklar doldu. Bu yüzden gündüz defin mümkün olmadı.

Oğullarından Seyyid Abdulvehhab imam olmuş; diğer oğulları, talebeleri ve müritleri cemaat olmuş, bu şekilde namazı kılınmıştır. Kendi medresesinin bahçesine defnedilmiştir. Sabaha kadar medresenin kapısı açılamadı. Sabahleyin kapının açılmasıyla beraber, bütün halk ziyaret edip namaz kıldılar. Meşhur bir gün oldu.” Sâdık Vicdânî’nin verdiği bilgiye göre, ölüm yıldönümü sebebiyle, Hindistan’da, Rebîü’l-Evvel ayının 11. günü, bazen de 17. günü Abdûlkadir Geylânî’nin ruhu için Kur’an okunur ve sadakalar verilir. 

Seyyid Muhammed Karamani ks Kimdir?
Hava Durumu
Ziyaretçilerimizden Gelen Mesajlar
Kayıtlı Video Bulunmamaktadır.
tarih
Hakkımızda

Hakkımızda
Misyon
Vizyon
İletişim

Telefon : 05446885258

Adres : İmaret Mah. 154. Sokak 7/1 Merkez KARAMAN
© Copyright 2012 Her Hakkı Saklıdır
Proteks Bilisim Teknolojileri
Aktif :
Bugün :
Toplam :