Bismillahirrahmanirrahim...
Kıymetli kardeşlerim,
Bu hafta ki sohbetimizde Sultanımız Seyyid Şerif Ebu Muhammed Abdulkadir Geylani (k.s.) Hazretlerinin bir sohbetine yer vereceğiz. Rabbim bizleri bu sohbetten layıkı ile istifade edenlerden eylesin..
Sultanımız buyurdular:
“Ey hakikat yolcusu! Şu dünyada ebediyen kalmak ve burada zevk-u safa sürmek için yaratılmadın. Sen bu diyarda ilâhî bir imtihan devresi içinde bulunuyorsun. “Lâ ilahe illâ’llah Muhammeden resûlüllah” kelimesiyle yetinip Allah’a olan ibâdet ve taati hakkıyle yapmıyorsun. Halbuki bu kelimenin asıl delâlet ettiği şeyleri yapmadıkça mücerred lafız sana fayda vermez.
Çünkü imân söz ve amelden ibarettir. Günahlara dalıp bir takım kaymalar neticesinde Hakk’a muhalefet ederek yolunu kaybeder ve bunda ısrar edecek olursan, aynı zamanda namaz, oruç, sadaka ve benzeri şeyleri terk etme zevki içinde bulunursan, kuru bir imânın – meyvesi olmadığı için - faydası olmaz ve kabule şayân değildir.
“Lâ ilahe illâllah” dediğin zaman şehadette bulunmuş olursun. Sana: ”Delilin nedir?” diye sorulursa, ne cevap verirsin? Çünkü bu şehâdetin delil ve burhanı, ilâhi buyruklara uyup, yasakladığı şeylerden sakınmak, âfet ve musîbetlere karşı sabredip kadere teslîm olmaktır. İşte bunlar imân ve şehâdetin açık delilidir.
Evet söz amelsiz, amel ihlassız ve sünnete isabetsiz kabul olunmaz. Senin bilgin sana sesleniyor: “Benimle amel etmezsen senin aleyhinde kuvvetli delil olurum, amel edersen lehinde hüccet olurum” diyor.
Hazret-i Peygamber (s.a.v.): “İlim amel ile birlikte çağrılır. Öylece cevap verilirse ne a’lâ, yoksa göçer gider.” Yani o ilmin feyz-u bereketi gider, geriye ezâ ve cefâsı, mihnet ve meşakkati kalır. Allah katında sana şefaatçi de olmaz. İhtiyaç anlarında bile senin semtine uğramaz. Böylece okumuş cahil kalırsın. Evet, o göçer, gider, geriye kabuk ve cürufu kalır. Çünkü ilmin özü ameldir.
Ey bir ömrü ilmî kitapları okumakla harcayan! Amelsiz okumanın ve ezberlemenin ne faydası vardır? İlminden maksat, yalnız bilmek veya ezberlemek değil. Bildiğinle amel etmek, etrafı aydınlatmak ve böylece feyizli bir ırmak gibi doğumla ölüm arasında akıp gitmektir.
Hazret-i Peygamber (s.a.v.) kıyamet günü olunca Allah-ü teâlâ bütün peygamberlere ve âlimlere şöyle soracaktır:
“Sizler halkın çobanları (muhafızları) mesabesinde bulunuyordunuz. Korumasıyla görevli olduğunuz halkla ilgili, onlardan yana neler yaptınız?” Hükümdar ve zenginlere de: “Sizler de benim geniş hazinelerimin bekçileri olarak bulunuyordunuz. Ondan fakire, miskinlere ve düşkünlere bir şeyler ulaştırdınız mı? Üzerinize farz kıldığım hakları çıkarıp verdiniz mi?” diye hitab edecektir.
Evet, mü’mine gereken önce farz ibâdetlerle meşgûl olmak, onları dosdoğru yaptıktan sonra sünnetlerle ve sonra da nâfile ve fâziletlerle vakitlerini değerlendirmektir. Farzları yerli yerince yapmadan nâfilelerle iştiğal etmek ahmaklık ve bilgisizliğin tâ kendisidir. Zira farzlardan önce nâfile ibâdetlerle meşgûl olmak kabule şayân değildir.
Bu neye benzer, hükümdar kendi teb’asından birini hizmetine çağırır, u hükümdarın hizmetine değil de hükümdarın hizmetçisi durumunda olan adamın hizmetine koşuyor ve onun buyruklarına boyun eğiyor.
Hazret-i Ali (r.a.)’nin Resûlullah (s.a.v.)’den yaptığı rivâyette buyuruluyor ki: “Farzlardan önce nâfile namazları kılan kimse, hamile (gebe) bir kadına benzer, doğum zamanı yaklaşınca vakti beklemeden çocuğu düşürür de artık o ne hâmile, ne de çocuk sâhibir.”
İşte namaz kılan kimse de böyledir. Farzları edâ etmedikçe Allah ondan nâfileleri kabul buyurmaz.
Buna benzer ikinci bir misal: Malının ana sermayesini ayırmadan, safi kârını çıkarmadan, ne kazanıp , ne kaybettiğini bilmeden gelişi güzel harcamalarda bulunan bir tüccara benzer. Halbuki ona gereken, önce sermayeyi korumak ve sonra elde ettiği kâra göre harcama yapmaktır.
Farz denilince yalnız namaz ve oruç gibi ibadetler hatıra gelmemelidir. Haramı terk edip, Allah’a eş-ortak koşmaktan sakınmak, O’nun kaza ve kaderine itiraz etmemek de ibâdetlerindendir. Hazret-i peygamber (s.a.v.): “Allah’a karşı isyânı gerektiren şeylerde hiçbir mahlûka itaat edilmez” buyuruyor.1
Ey saâdet yolunun yolcusu! Hiçbir âmel ile aldanıp mağrur olma. Çünkü âmeller hâtimesiyle (son şekli ve son durumuyla) ölçülür. Hâtimenin iyi olmasını Cenâb-ı Hak’tan iste.. Ve ruhunu, en güzel âmeller üzere bulunduğun sırada alması için durmadan niyaz et.
Sakın, sakın!.. Tövbe ettikten sonra tövbeni bozup bir daha günah işlemeye dönme, tövbende sebat et. Sana biri çıkıp: “nefsine ve arzularına uyma!” derse, onu dinle.
Günah işlemek suretiyle Rabbine muhalefet etme. İtaatkâr bir kul olmaya çalış. Bugünün böyle ise yarının da böyle olmalıdır. Aksi halde son günlerinde, yani ömrünün son demlerinde Allah’a isyân edecek olursan, O seni rezîl ve rüsvay eder de haberin bile olmaz ve sonra sana yardımcı da bulunmaz.
Ya Rab! Sana dosdoğru ibadet-u taatte bulunmamız için bize yardımcı ol. Günah ve isyân kirleriyle bizi rüsvay eyleme.. Dünyada da bize iyilik ver, âhırette de bize iyilik bahşeyle ve bizi cehennem azâbından koru.. Amin
Selam ve Dua ile.
Hizmetkar 10.07.2013
DİPNOTLAR
[1] (Ahmed b. Hanbel, taberani, ibni Cerir: hz. Imrândan rıvâyet etmişlerdir.)
Bu sohbet Seyyid şerif sultan Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretlerinin “gönül incileri “ isimli sohbetinden alınmıştır.