Kur’an-ı Kerim, hayatlarına ticaretin egemen olduğu bir toplumda nazil olmaya başlamıştır. Kur’an onların ilahî mesajı daha iyi anlamaları için ahirete ait kavramlarda bile ticaretle ilgili kelimeleri kullanmıştır. Ziraata elverişli olmayan bir coğrafyada ticaret, hayatı yönlendiren temel öğelerden biriydi. Böyle bir toplumda yaşayan Hz. Muhammed de (s.a.v.) ticaret hayatına amcalarının yanında çok erken bir yaşta başlamıştır. Ticari tecrübesini artırmış, hatta Yemen, Busra ve Suriye’ye defalarca seyahatte bulunmuştur.[1] Hz. Muhammed (s.a.v.), el-Emin sıfatını bu seferler ve ticaretteki dürüst davranışlarında kazanmış ve iktisadi hayatın alabildiğine kirlendiği bir zamanda doğruluğun, helal kazancın erken dönem örneklerini vermiştir.
Kendisine nübüvvet görevinin verilmesiyle beraber Hz. Peygamber (s.a.v.), daha önceden kazanmış olduğu tüm sermayesini harcamak suretiyle bir İslâm toplumu kurmak istiyordu. İmanın hayata yansımasıyla oluşacak olan bu toplum, yaşadığı evrene ve içindeki yerel değerlere “tapınmaması” için önce, dünyaya bakmayı öğrenmesi gerekiyordu. Zira insan dünyayı nasıl görürse hayatı öyle anlamlandırır. İlk İslam toplumuna dünyanın ne olduğu ve olması gerektiğini öğreten onlarca ayetten bahsetmek mümkündür. Gaye olarak Allah’a (c.c.) ibadet etmeyi[2] belirleyen Kur’an, dünyayı bu gayenin gerçekleşeceği mekân olarak seçmiştir. Kur’an-ı Kerim, dünyanın geçiciliğini sık sık vurgulamak suretiyle, dünyanın ahiret için bir yatırım yeri olduğunu belirtmiştir: “وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ” “Bu dünya hayatı, bir oyundan-eğlenceden ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir; ama ahiret hayatı Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse aklınızı kullanmaz mısınız?”[3] İnsanlar, ebedî olan âlemde güzel bir yer edinebilmek için her şeyleriyle bu dünyada denenmektedirler. Şu ayet, insanın dünyada nelerle sınandığına işaret etmektedir: “وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ” “Ve bilin ki mallarınız ve çocuklarınız bir sınav ve bir denenme vasıtasıdır. En büyük ecir ise Allah katındadır.”[4]
Bir İslâm toplumu kurabilmek için tüm bu sınavları başarıyla atlatmak, kazanç dâhil hayatın her alanını Allah’la anlamlandırmak gerekir. Bu uğurda başarılı olmak için ruhen güçlü olduğu kadar, toplumun maddi açıdan da güçlü olması şarttır. “Güç” dediğimiz şeyi İslâm, hiçbir zaman yalın hâlde almayıp onu kötülükleri yenmede, bir barış ortamı oluşturmada ve yaşadığımız dünyada kâmil anlamda bir denge kurmada kullanmıştır. Şöyle de denilebilir; güçlü bir şahsiyet ve bu şahsiyetin oluşturduğu güçlü bir toplum kurulmazsa, kimse can, mal, akıl, namus ve din dâhil emniyetlerini temin edemez. Tüm bu emniyetlerin mükemmel bir şekilde var olabilmesi için iktisadi açıdan da insanların kalkınmış olmaları gerekmektedir. İktisadi kalkınmayı mutlak hâle getirip helal kazancı ötelemek ise doğru bir yaklaşım değildir. Kalkınırken kazancın helalden olmasına özenle dikkat edilmelidir.
Kur’an-ı Kerim, kazanç konusunda insanlara “nötr” bir yaklaşım getirmemiştir. Bunun yerine, helal kavramını merkeze alarak meşru bir yoldan kazanç sağlamayı emretmiştir. Hatta peygamber kıssalarına baktığımız zaman, iktisadi şirkin egemen olduğu Şuayb’ın (a.) kavminin, peygamberlerine vermiş olduğu cevabı şu ayette olduğu gibi kınama yollu bize aktarmıştır: “قَالُواْ يَا شُعَيْبُ أَصَلاَتُكَ تَأْمُرُكَ أَن نَّتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَن نَّفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاء” “Ey Şuayb dediler, ‘(Şu) senin namazın mı, atalarımızın tapına geldiği şeyleri bırakmamız ve malımız mülkümüz üzerine keyfî tasarruflarda bulunmamamız yönünde bizi uyarmanı zorunlu kılıyor…”[5] Ayete dikkatlice yaklaşırsak, Şuayb’in (a.) kavminin kazanç konusunda helal ve harama aldırış etmeyen, mutlak liberal insanlar olduklarını görürüz. Hâlbuki Kur’an, ilk İslam toplumunu oluştururken kavramların henüz yerleşmediği bir zamanda mala “hayır”[6] adını vermek suretiyle kişileri hayırdan/helalden kazanmaya teşvik etmiştir. Müfessir İkrime (r.), “hayır” kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de daha çok ‘mal’ anlamında kullanılmasına binaen, bu kelimeyi bazılarının, “çok mala” tahsis ettiklerini söyler.[7] Kur’an, mal ile “hayır” kelimesini birlikte sunarak insanları helal kazanca teşvik eder. Helal kazanç Hz. Peygamberin (s.a.v.) üzerinde durduğu önemli bir husustur. Çünkü kişinin kazandıkları ve yedikleriyle manevi hayatı arasında bir ilgi vardır. Kazancında haram olan insanlar manevi hayatlarının Allah’a yönelik kısmını iptal ederler ve Allah’la olan diyalogları da kopar. Aralarına perdeler girer. Belki de arınana kadar bu diyaloğu kurmak mümkün olmaz. Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisine yakın dönemden başlayarak gelecek nesilleri de kuşatacak şekilde bu realiteyi uyarıcı mahiyette şöyle ifade etmiştir: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki kişi, malını helalden mi, haramdan mı kazandığına aldırış etmeyecektir.”[8] O, insanlar harama düşer diye birçok ticari eşyanın ve yiyeceklerin aynıyla, gerçek değeriyle peşin değişimini emrettiği[9] gibi şüpheli şeylere karşı da uyanık olmayı istemiştir. Çünkü insan ne kadar kazancı konusunda dikkatli olur ve Abdullah b. Mesud’un (r.) dediği gibi; “Haramlardan uzak durursa, insanların en veralısı (Allah’ın kuralları karşısında iç denetimini bile en güzel yapanı) olur.”[10] Arifler, değil haramı, mubahları bile kişiyle mekruhlar arasında bir engel olarak görmüşler ve mubahlara çok dalanın mekruhlara, mekruhları çok işleyenin de haramlara da dalabileceğini söylemişlerdir.[11] Kısacası ihtiyatlı olmayı tavsiye etmişlerdir.
Kazanç konusunda helali emreden Kur’an-ı Kerim, mü’minlerin helal olan şeyleri yemelerini şu ayette net bir şekilde ortaya koymuştur: “وَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلاَلاً طَيِّبًا وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ” “O hâlde, Allah’ın rızık olarak size bağışladığı meşru güzelliklerden yararlanın/yeyin. İman ettiğiniz Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarlı; takvalı olun.”[12] Sonuçta insanın, iman edilen değerler, emredilen ve yasaklanan hususlarda takva sahibi olması gerekir.[13] Böyle bir insan, dinin çizmiş olduğu helal çerçevesi dışında bir başkasının malından istifade edemez. Şu ayet bu duruma delalet eder: “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا” “Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını karşılıksız rızaya/anlaşmaya dayalı yasal ticaret yolu olmadıkça yemeyin. (Gayri meşru şekilde mallarınızı yemeyin.) Birbirinizi mahvetmeyin. Zira Allah, sizin için bir rahmet kaynağıdır.”[14] “Gayri meşru yolla yemeyin.” ifadesinin kapsamına, dinin yasaklamış olduğu; faiz, kumar ve bunlara benzeyen tüm haram kazanç biçimleri girer.[15]
Helal kazancı teşvik ve haramlardan kaçınmayla ilgili ayet ve hadislerin çokluğuna bakıp biz, bu nasların gereklerini yapamayız diye “bir lokma bir hırka” tarzı yoksulluğu tercih etmemiz doğru bir anlayış değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim, ilk defa nazil olmaya başladığı Mekke sürecinde üç şeyi işlemiştir: Allah’a gereği gibi iman, davranışlarını kontrol altında tutturabilecek ahiret bilinci ve iktisadi dengesizliği giderebilmek için infak ahlakıyla ilgili tavsiyeler. İktisadi dengesizliği kaldırmayı amaçlayan Kur’an, fakirliği hiçbir zaman övmemiştir.
İnfak, zekât, sadaka, hac ve cihad gibi birçok ibadetinin yapılabilmesi için kazanç bolluğuna ihtiyaç vardır. Tüm bu ibadetlerin yapılmasına engel olduğu ve insanın ruhi hayatını altüst ettiği için Hz. Peygamber (s.a.v.): “Fakirlikten Allah’a sığınınız…”[16] Buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.), fakirliğin en büyük nedenlerinden olan borçlanma konusunda ümmetini uyarmış ve lüzumsuz borç almaktan sakındırmak için bir dönem borçluların cenaze namazına katılmamıştır.[17] Maliyenin gelirleri artınca borçluların alacaklılara olan hesabını bizzat kendisi kapatmış ve bu uygulamaya son vermiştir. Çünkü o, insan şehit bile olsa üzerinde başkasının hakkı varsa, haklar sahiplerine ödenmeden cennete bile girilemeyeceğini insanlığa bildirmiştir.[18] “Haksız yere yemin ederek başkasının malını alan kimseye cehenneme girmenin vacip olduğunu”[19] haber veren Resulullah; “Helalin ve haramın apaçık belli olduğunu, şüphelilerden de kaçınmak gerektiğini”[20] söylemiştir. Bu ikazdan hareketle sahabiler Hz. Ömer’in (r.) dilinden şu itirafta bulunmuşlardır: “Faize düşeriz korkusuyla helallerin bile onda dokuzunu terk ediyorduk.”[21]
Hz. Muhammed (s.a.v.); “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki kişi, kazancının helalden mi haramdan mı olduğuna aldırış etmeyecektir.”[22] Buyurmuştur. Kişi helalinden kazanıp yemeye ne kadar özen gösterirse, ibadet ve duaları da Allah (c.c.) katında o denli makbul olur. Hz. Peygamber (s.a.v.), duası kabul olan bir kul olmak istiyorum diyen Sad b. Ebi Vakkas’a, “Yediklerinin helalinden olmasına dikkat et ki duaların kabul olsun.” buyurmuştur. Bu tavsiye üzerine Sad b. Ebi Vakkas da; “Kaynağını bilmediğim tek bir lokma bile yemedim.”[23] Demiştir. Bu güzel uygulamanın sonunda o, sahabiler içerisinde duasına başvurulan bir kişi olmuştur.
[1] Şiblî, Numan, Asr-ı Saadet, (trc: Ömer Rıza Doğrul), I, 137-138.
[2] Bak: Zariyat 51/56.
[3] En’am 6/32.
[4] Enfal 8/28.
[5] Hud 11/87.
[6] Âdiyat 100/8.
[7] Alusi, Ruhu’l-Meani, XV, 445.
[8] Nesai, Büyu’, VII, 243.
[9] Nesai, Büyu’, VII, 273-274.
[10] Muhasibi, Haris, Risaletü’l-Müsterşidin, s. 57.
[11] Muhasibi, Haris, a.g.e, s. 75.
[12] Maide 5/88.
[13] Zemahşeri, Keşşaf, I, 658.
[14] Nisa 4/29.
[15] İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, I, 454.
[16] İbni Mace, Edep, Had No: 3842, II, 1263.
[17] Tirmizi, 69, Cenaiz, Had No: 1069, III, 381.
[18] Nesai, Büyu, 44, Had No: 98, VII, 315.
[19] Müslim, 1, İman, 61, Had No: 218, I, 122.
[20] Müslim, 22, Müsakat, 20, Had No: 1599.
[21] Abdurrezzak, Musannef, Had No: 14683, VIII, 152.
[22] Buhari, 34, Büyu, 23, III, 11.
[23] İbni Recep el-Hanbeli, Camiu’l-Ulum ve’l-Hıkem, I, 275.Alıntı Mehmet sürmeli
İrfan Meclisi Tasavvuf Serisi 2022