Allah’ı (c.c.) gereği gibi zikretmenin amacı, insan-ı kâmil yetiştirmektir. Bunun en iyi yollarından birisi ilim yoludur. İlim yolunu benimseyen sufilerden Mevlânâ Hâlid (k.s.) (ö: 1242/1826), tasavvuf eğitimi verdiği dervişlerine yazmış olduğu mektuplarda, onların fıkıhla diğer ilimlerden daha fazla meşgul olmalarını, irşat hizmetlerini Kur’an-ı Kerim ve sünnet esasları çerçevesinde yürütmelerini istemiştir.[1] Zikrin hakikati de budur. Allah’ın ve Resulünün emirlerini bilip öğrenmektir. Bu zikir tamam olduktan sonra, ikinci büyük zikir, öğrendiklerini başkalarına da öğretmektir. Hakiki salikin ömrü bununla geçecektir. Yalnızca dilde kalıp kalbe intikal etmeyen zikir, zikir sayılmaz.[2] Bu ifadelerden güzel bir anlayış elde eder ve zikrin amacını iyi kavrayabilirsek onu bireysel bir zevk olmaktan kurtarırız. Ayrıca, esas zikrin de sadece “evrad” okumak olmadığını kavramış oluruz.
Zikri; zikri yapan varlıklar, zikreden organlar ve teklifi açıdan olmak üzere çeşitli sınıflara ayırmak mümkündür.
Zikreden varlıklar açısından zikir iki kısımdır.
1. Allah’ın kulunu zikretmesi: Şu ayet bu tür zikrin varlığına delildir: “فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ” “Öyleyse (yalnızca) beni anın, ben de sizi anayım ve (yalnızca) bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.”[3] Bu ayeti şu kudsi hadis tefsir etmektedir: “Allah Teâlâ buyuruyor ki; “Kim beni kendi nefsinde anarsa ben de onu kendi nefsimde anarım.”[4] Bir insan için şerefin en yücesi Rabbi tarafından hayırla anılmaktır. Allah’ın (c.c.) kulunu zikretmesi ile ilgili şu ayet de oldukça önemlidir: “اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ” “Sana vahiy edilen Kitabı oku, namazı da dosdoğru kıl (ve kıldır). Çünkü namaz edepsizlikten, akıl ve şeriata uymayan her şeyden alı kor. Allah’ı(n kulunu) zikri elbette (kulun Allah’ı zikrinden) daha büyüktür. Ne yaparsanız Allah bilir.”[5] İbni Abbas, bu ayetle ilgili şu açıklamayı yapmaktadır: “Allah’ı zikretmek en büyük (ibadet)tir.” buyruğunun iki yönü vardır. Birinci yön; Allah’ın sizi zikretmesi, sizin kendisini zikretmenizden daha büyüktür. İkinci yön ise; zikir, Allah’ı zikretmenin dışındaki tüm ibadetlerden daha büyüktür.[6]
Hz. Peygamber (s.a.v.), müminleri zikre teşvik için birçok müjdeler vermiştir. Bu müjdelerin en büyüklerinden birisi şu hadiste buyrulduğu gibi Allah’ın (c.c.), kulunu mukarreb varlıkların yanında anması ve ona manevi müjdeler vermesidir: “Ben, kulumun zannı üzerineyim. O, beni zikrettiğinde ben de onunla beraberim. O, beni kendi içinde zikrettiğinde ben de onu zikrederim. Şayet beni bir toplum içinde zikrederse ben de onu daha hayırlı bir toplum içerisinde zikrederim.”[7] Allah’ı (c.c.) zikredip karşılığında Allah’ın (c.c.) zikrine muhatap olan müminleri ‘meleklerin kuşatacağını, rahmetin kapsayacağını, üzerlerine sekinet ineceğini ve Yüce Allah’ın, katında bulunan varlıkların yanında zikreden müminleri anacağını’[8] bildiren Resulullah (s.a.v.) hayatının her anını zikirle değerlendirerek[9] ümmetine örnek olmuştur.
2. Kulun Allah’ı zikretmesi: Şu ayet müminleri Allah’ı çokça zikretmeye teşvik etmiştir: “وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ وَلاَ تَكُن مِّنَ الْغَافِلِينَ” “Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle kendi kendine ürperti ile yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.”[10] Kulların, Allah’ı(c.c.) zikretmesinin önemi ile ilgili ayet ve hadisleri çalışmamızın içerisinde yeterince verdiğimiz için o nakilleri tekrar vermeyeceğiz. Dileyenler konu bütünlüğü içerisinde zikrin kul için önemiyle ilgili naslara bakabilirler.
Teklifi açıdan zikir ikiye ayrılır:
1- Farz olan zikir: Özellikle insanımızın yoğunlaşması gereken zikir, farz olan zikirdir. Bunlar; beş vakit namaz, zekât, oruç, hac ve cihat gibi Allah’ın emirleridir. Müminlerin Allah’ın (c.c.) razı olduğu ve olmadığı şeyleri bilip gereğini yapmaları gerekir. Önce kendisine ihtiyaç duyulan bu şer’i teklifleri öğrenmek şarttır. Bu çerçevede sufiler, farzı ayın olan zikrin önemiyle ilgili zikir meclislerinin önemini ve konumunu da hatırlatacak biçimde şu açıklamayı yapmışlardır: “Aslında zikir meclisleri; helal ve haramın, yani nasıl satarsın, nasıl alırsın, nasıl namaz kılarsın, nasıl oruç tutarsın, nasıl nikâhlar, nasıl boşarsın, nasıl hac yaparsın gibi şeylerin öğrenildiği yerlerdir. Kur’an-ı Kerim tefsiri, Resulullahın sünneti nakledilen ve dinin fıkhî meseleleri öğrenilen ilmî toplantılar da zikir meclisleridir. Bunlar için toplanmak, meclislerde tesbih, hamd ve tekbirle yapılan zikrullah toplantılarından daha üstündür. Çünkü bunlar farz-ı ayın ve kifaye ama sırf zikrullah tatavvudan, nafileden ibarettir.”[11] Sıradan bir insanın söylemekte zorlanacağı bu değerli açıklamalar tasavvuf büyüklerinden Haris el-Muhasibi tarafından söylendiğine göre üzerinde ciddiyetle durmak ve bu düşünceleri dergahlarda ameli hale getirmek önemli bir girişim olacaktır.
2- Tattavu/nafile olan zikir: Kelime-i tevhid, lafza-i celal, salatü selam, bazı me’sur dualar ve belirli virdleri okumak suretiyle yapılan zikirdir. Günümüzde nafile zikirlerin, farz zikirlerin önüne geçtiğini görmekteyiz. Hatta denilebilir ki zikir sırf tatavvu olandan ibaret görülmekte, farz olan kısmı gündeme bile getirilmemektedir. Bunun sonucunda da ortaya şöyle bir yanlış anlayış çıkmaktadır: “Tasavvufi kurumlar bilgilenmeyi hesaba katmayan, ahlaki sorunlara bile çözüm üretemeyen, işleri ehline vermeyen, sufileri güdümlü siyasete ucuz oy deposu olarak sevk eden, kapalı odalarda belirli zevklerin aynı insanlarla paylaşıldığı hayattan kopuk müesseselerdir.” Gerçekte ise nebevi çizgide varlığını sürdüren birçok tasavvufi ekol bilgilenmeye önem vermiştir. Bidatsiz tasavvufun öncülerinden olan Cüneydi Bağdâdî (ks.) (ö:297/910); “Bizim mezhebimiz iki asılla kayıtlıdır. Bunlar; Kitap ve sünnettir. Kim ki Kur’an-ı Kerim’i ezberlemez, hadis-i şerif’leri yazmaz ve fıkıh öğrenmezse ona uyulmaz.” Gazzali de şöyle bir değerlendirme yapmıştır: “Kim önce hadis öğrenir sonra da tasavvufla uğraşırsa o, kurtuluşa erer. Kim de ilim öğrenmeden önce tasavvufla uğraşırsa nefsini tehlikeye atmış olur.”[12]
Zikri, icra eden organların durumuna göre de sınıflandırmak da mümkündür. O da şükür gibi ya dille veya kalple[13] ya da bedenle olur. Veya şöyle de denilebilir; zikir, organların verilen verilmeyen nimetlere karşılık Allah’a karşı yaptıkların ameli şükürdür. Bu anlayışa göre zikir:
1. Dille yapılan zikir: Belirli kelime ve ibarelerin telaffuz edilmesi suretiyle yapılan zikirdir.[14] Allah Teâlâ’yı güzel isimleriyle anmak, hamd etmek, tesbih, ululamak, Kur’an’ı okumak ve dua etmektir.[15] Kur’an-ı Kerim okumaktan sonra en faziletli zikir dille yapılandır.[16] İnsanın Allah’a (c.c.) yönelmesini sağlayan ilk şey zikirdir. Salik önce gaflet içinde zikreder, zikre devam ederse Yüce Allah onu, zikre kalbini verme noktasına ulaştırır. Yine zikre devam ederse böylece murakabe ve müşahede derecesine ulaşır.[17]
Hz. Peygamber (s.a.v.), zikrin tüm çeşitleriyle beraber dille zikre çok önem vermiş ve ‘La ilahe illallah zikrini çokça söyleyerek imanınızı yenileyiniz.’[18] Buyurmuştur. Adamın birisi, İslam’ın hükümlerinin çoğaldığını ve bu hükümleri tamamlayıcı mahiyette Resulullah’tan bir tavsiyede bulunmasını istediğinde o; ‘Dilini Allah’ı zikirle ıslak tut.’[19] demiştir. ‘İnsanın, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama ve Allah’ı (c.c.) zikretme dışında tüm konuşmalarının aleyhinde olabileceğini’[20] belirten Hz. Muhammed (s.a.v.): “Gecenin içinde bir vaktin olduğunu ve bu vakitte dünya ve ahiret selameti için istenen bir hayrın Allah tarafından kabul edileceğinin” müjdesini vermiştir.[21]
Hz. Peygamber (s.a.v.), dille yapılan zikrin bağırıp çağırma yerine ‘alçak sesle ve içten gelerek yapılanının daha hayırlı olduğunu’ söylemiştir.[22] Resulullah (s.a.v.), amcasının kızı Ümmühâni’ye; “Günde yüz defa kelime-i tevhit okumasını”[23] öğütlemiştir. Çünkü “Allah rızası için La ilahe illallah diyen kimselere Yüce Allah kıyamet gününde cehennemi haram kılacaktır.”[24]
2. Kalple yapılan zikir: Kalbin Allah’ın ayetlerini düşünmesi, zikredilenin kalpte hazır olması ve kalbin zikredilenin huzurunda bulunması suretiyle olan zikirdir. Salik durmadan, “Allah Allah” der. Sonra öyle bir noktaya gelir ki; dili hareketsiz kalır. O zaman kalbinin, “Allah Allah” dediğini işitir. Kalbi zikreder; o, bu kalbi dinler.[25]
3. Bedenle yapılan zikir: Bedenin organlarından her birinin, emredildikleri görevle meşgul olmasıdır. Yasaklandıkları şeyden uzak bulunmalarıdır. Allah’ın (c.c.) yaratmış olduğu organları yaratılış gayesine uygun kullanıp onları meşruiyet sınırlarının dışına çıkartmamak hem “adalet” hem de uzuvların zikridir. Günlük olarak kılınan namazlar, hac, emri bi’l-maruf nehyi an’i-l münker, cihad, hastaları ziyaret etmek, akrabaların yanına gitmek gibi bütün hayırlı davranışlar bedenle yapılan zikrin kapsamına girer.
[1] Gündüz, İrfan, Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1994, s.37.
[2] İz, a.g.e., s. 147-148.
[3] Bakara 2/152.
[4] İbni Mace, Edep, Had No: 3822, II, 1256.
[5] Ankebut 29/45.
[6] Gazzali, Ebu Hamid, İhyau Ulumi’d-Din, Beyrut 1982, III, 145.
[7] Buhari, 97, Tevhid, 15, VII, 171.
[8] Müslim, 48, Zikir, 11, Had No: 2700, III, 2074; Ramahurmuzi, el-Muhaddisul’l-Fasıl, s. 405.
[9] İbni Recep, Camiu’l-Ulum, II, 514.
[10] Araf 7/205.
[11] Muhâsibi, a.g.e., s.70
[12] Muhâsibi, a.g.e., ss.82-83
[13]el-İsfahâni, a.g.e., s.328
[14] Uludağ, a.g.e., s.589
[15] Yazır, a.g.e., I, 430.
[16] Gazzali, a.g.e., III, 144.
[17] Havva, Said, el-Esas fi’s-Sünne, III, 83.
[18] Ahmed, Müsned (Tah: Muhammed Şakir), Had No: 8691, XVI, 289.
[19] Ahmed, Müsned, IV, 187.
[20] Tirmizi, 62, Zühd, Had no: 2412, IV, 608.
[21] Malik, Muvatta, 8, Kur’an, 15, I, 214; Müslim, 6, Salatü’l-Musafir, 23, Had No: 757, I, 521.
[22] Ahmed, Müsned, I, 72.
[23] Ahmed, Müsned, VI, 424.
[24] İbni Hamza, Esbab-ı Vurudi’l-Hadis, III, 124.
[25] Uludağ, a.g.e., s.589
Alıntı Mehmet sürmeli
İrfan Meclisi Tasavvuf Serisi 2022