Yüce Allah cc. kimleri sevip sevmediğini Kur’an-ı Kerim’de açıkça bildirmiştir ki insanlar buna göre kendilerini hazırlasınlar ve tüm amellerinde yalnızca Allah Teâlâ’nın rızasını gözetsinler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de aynı konu üzerinde etraflıca durmuş ve mü’minleri ilahi sevgiye layık olmaya çağırmıştır. Kendisi örnek bir hayat sürmek suretiyle, Müslümanlara örnek olmuş ve ilahi sevgiyi celbeden üstün vasfın sünnete ittiba etmekten geçtiğini göstermiştir. Kur’an ve sünnete uyarak gerçek sevgiyi tadan arifler, bu sevgiden mahrum kalanlara acımışlardır. Konuyla ilgili birbirlerine tavsiyelerde bulunup şöyle demişler: “Bela/musibet ehlini gördüğünüz zaman Allah’tan afiyet isteyiniz. ‘Bela ehli kimdir?’ dediklerinde ise şu cevabı vermişlerdir: ‘Allah Teâlâ’dan (emirlerinden, yasaklarından ve O’na muhabbetten) gafil olan kimselerdir.’”[1]Zira Allah’a muhabbette öne çıkan bu şahıslar; “Dünya ehli, bu dünyadan çıkıp gitti ama onun içindeki zevk ve güzelliğin en önemlisini hiç tadamadılar” demişlerdir. Dünyadaki bu güzelliğin ne olduğunu öğrenmek isteyenlere şu ilginç mukabelede bulunmuşlardır: “Allah Teâlâ’ya muhabbet; her an onunla olmak (ve olduğunun farkına varmak), O’na kavuşmaya iştiyak, sadece O’na yönelmek ve O’nun dışındaki tüm varlıklardan yüz çevirmektir.”[2] Eğer insan, Allah’tan başkasına mutlak ilgi duyar ve yaratılış amacını unutacak olursa, Allah Teâlâ’ya olan muhabbetini öldürür. Böyle bir duruma düşmemek için Hz. Peygamber (s.a.v.), Allah Teâlâ’ya duyulan muhabbetin, imanın kemaliyle ilgili olduğuna şu hadisiyle dikkat çekmiştir: “Üç şey kimde bulunursa imanın tadını almış olur: Allah ve Resulünün sevgisinin bütün sevgilerden daha ziyade olması, sevdiğini sadece Allah için sevmesi ve Allah, kendisini küfürden kurtardıktan sonra, küfre dönmekten ateşe atılırcasına korkması.”[3]veya “Yahudi ve Hıristiyanlığa dönmekten cehenneme atılırcasına tiksinmesidir.” [4] Bu hadiste gözetilmesi gereken bir incelik vardır. Hadisin metninde; “Allah ve Resulünün sevgisinin bütün sevgilerden önde olmasından” bahsedilmiştir.
Aslında İslâm’da sevgi iç içe daireler şeklindedir: “وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ” “İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah’tan başka varlıkları O’na denk tutarlar. (Onların buyruklarını ayet gibi veya ayetten bile üstün sayarlar. Emir alanını sadece Allah’a hasretmeyip kişi ve kurumlara özgü kılarlar.) Bu varlıkları, Allah’ı sever gibi severler. Hâlbuki mü’minlerin Allah’a olan sevgileri (onların sevgileriyle kıyaslanmayacak kadar) fazladır. Zulüm yapmaya şartlanmış olanlar, (Kıyamet Günü) azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, bütün kudretin yalnızca Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın cezalandırmada ne çetin olduğunu da keşke görselerdi! ” [5] Ayeti, Allah Teâlâ’nın sevgisinin sınırsızlığına ve mutlaklığına delalet eder. Kısacası, kişi kendini, anne ve babasını, eşini, çocuklarını ve kardeşlerini sever. Ama bu sevginin bir sınırı vardır. Doğru olan, bu sevginin Hz. Peygamber’e (s.a.v.) hizmet edip dinin yayılmasına ve bugünlere ulaşmasına vesile olan sahabe sevgisi kadar olmamasıdır. Onlar çok hizmet ettiler; İslâm’ın bizlere taşınmasında canlarını ve mallarını verdiler. Zamanımız velîleri de dâhil kimsenin sevgisi sahabenin sevgisine denk olmamalıdır. Bu hüküm, dayanağını Resulullah’a (s.a.v.) hizmet etmekten almaktadır. Sahabiler kendi içinde derecelendirilebilir. Raşid halifelerin, annelerimizin, ehl-i beytin, aşere-i mübeşşerenin yerleri çok ayrıdır.
Şu gerçeği unutmamak gerekir ki hiçbir sahabi, Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi sevilemez. Risalet sevgisini ayrı tutmak gerekir. Eğer Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sevgisi, buna sahabe de dâhil, diğer insanların sevgisine indirgenirse risalet ve risaletin amacı sıradanlaştırılmış olur. Hadis-sünnet bağlayıcı olmaktan çıkarılır. Bu vahim durum, Kur’an’ı anlamak, yaşamak ve emirlerini hayata hâkim kılmakta çok ciddi sorunlar doğurur. Peygamberlerin tamamına iman edilmeden Müslüman olunmaz. Bir mü’min, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gönderilen nebilere ve resullere iman bakımından hiçbir ayırım gözetmeksizin inanır. Çünkü risalete iman bir bütündür ve parçalanamaz. Bu hakikat Kur’an’da şöyle anlatılmıştır: “إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُواْ بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُواْ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا” “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, ‘(peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz’ diyenler ve böylece imanla küfür arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçek kâfirdirler. Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.” [6]İslâm, peygamberlere iman hususunda hiçbir ayrım yapılmayacağını emretmesine rağmen, bu konuyu sulandıran, metodik düşünceden ve Kur’an bütünlüğünden kopuk, cahilane ve art niyetli bir anlayışla İslâm’a ihanet eden sivil-akademik zevatın Hıristiyan ve Yahudilere cennetten yer ayırmaları modern papalık anlayışının bir parçasıdır. Cennet, Allah Teâlâ’nındır ve kimlere vereceğini kendisi açıkça beyan etmiştir. İslâm’ı ve Kur’an’ı doğru anlamada malul, omuz zoruyla akademik çalışma yapmış kimselerin bu iddialarının hesabını elbette Yüce Allah görecektir. Bu izahattan sonra, söylemek istediğimiz; peygamberler arası sevgide farklılıklar olabildiği gibi peygamberlerin de kendi aralarında üstünlükleri vardır.[7] Bizler, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i en çok severiz ama bu sevgi risalet sevgisiyle kayıtlıdır. Sevgide aşırı giderek peygamberleri uluhiyyet makamına çıkaranlar kâfir olmuşlardır.[8]
Kayıtsız, sınırsız ve sonsuz olan bir tek sevgi vardır, o da Allah Teâlâ’ya aittir. Allah’ı sevdiklerini hatta âşık olduklarını iddia edenler, zihinsel, kalbi ve ameli bir arınmayı sürekli hale getiremezlerse, bu iddiaları boşunadır. Bir Müslüman, hayatından monarkları, firavunları, şeytanı, zâlim siyaseti, hevayı, tağutları, ulûhiyyet iddiasındaki gerçek ve tüzel kişilikleri ve sözde âlim bilinen belam baskısını çıkarmadıkça muhabbetullah iddiasının hiçbir anlamı yoktur. Gönlünü sadece Allah Teâlâ’ya has kılmayana, Yüce Allah muhabbetini nasip etmez. Çünkü bir kalpte iki sevgi bir araya gelmez.
Bu başlığın girişinde de ifade ettiğimiz gibi, Allah Teâlâ’yı sevmenin en ciddi göstergesi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hayatın bütün alanlarında ittiba etmektir.[9] Unutmamalı ki Resulullah’ın sünneti, Kur’an’ın yaşanmış bir tefsiridir. Kur’an’ın kendisine nazil olduğu bir peygamberin ilahi denetimle vahyi yaşama biçimidir. Bundan dolayı sünnetin tüm dayanakları Kur’an’dır. Allah’ı hakkıyla seven birisi, Kur’an ve sünneti hayatında ameli hâle getirir. Bu iki asıla uymayanın muhabbetullah iddiası boşunadır.
Allah (c.c.) Sevgisinin Tezahürleri:
Allah Teâlâ’yı seven muhabbet ehli kişiler, ilahi sevginin keyfiyetiyle ilgili değerlendirmeler yapmışlardır. Onların beyanına göre bu sevginin insan üzerindeki görüntüleri şunlardır:
1. Allah (c.c.) sevgisi daimidir; kesintisizdir.
2. Tüm dostluk ve sevgilere Allah (c.c.) sevgisi tercih edilir.
3. Sevgilinin bütün emirlerine kayıtsız şartsız mutabakat şarttır.
4. Sevgilinin isteklerine kalbin de mutabakat etmesi gerekir.
5. Yaptığın salih amelleri az görmen; sevgiliden gelen az nimeti ise çok görmen gerekir.
6. Allah’a olan itaatında çoğu az görmeli; suçlarında azı çok görmelisin. En küçük günahın bile gözünde dağ gibi büyümelidir.
7. İtaata yapışıp muhalefetin her türlüsünden uzak durman gerekir.
8. Allah Teâlâ’nın sıfatlarıyla, isimlerinin anlamlarıyla; ahlakıyla ahlaklanmak.
9. Sevdiğine her şeyini feda edip benlikten hiçbir şey bırakmamak.
10. Kalbinde, Allah’a olan sevgiden başka her şeyin varlığına son vermek. Mutlak sevgiyi sadece Allah’a (c.c.) duymak.
11. Sevgiline/Allah’a karşı hiç gadretmemen.
12. Sevgi ağacı kalbe yerleşince, ilahi iradeye muvafakat ve itaat meyveleri vermeye başlar.
13. Sevgilinin muhabbetiyle tüm basit zevkleri unutmak.
14. Sıdkiyet ve ihlasla mahbubun mutlak tevhidine inanmalı.
15. Kalpten, sevgilinin sevgisinden başka tüm sevgiler silinmeli.
16. Her şeyinle Allah’a yönelmen.
17. Sevgiliye itirazı terketmen.
18. İşlerinde başkasını velî edinmemen; sevgilinin sevgisine hiçbir şeyi tercih etmemen.
19. Sevgilinin hâkimiyetine ve kulluğuna teslimiyet; O’nun dışındaki varlıklara yapılan tüm kulluk türlerinden azat olup gerçek hürriyete kavuşman.
20. Sevgiliye vuslatta kalbin devamlı sefer halinde olması; dilin devamlı O’nu zikirle meşgul olması.
21. Kul nefsine uymaktan vaz geçer, daima O’nu zikretmekle meşgul olur ve Allah’ın haklarını gereği gibi eda eder, kalbiyle O’na yönelirse, Allah Teâlâ kuluna gaybın perdelerini açar. Konuştuğunda Allah Teâlâ ile konuşur, bir şey söylediğinde Allah’tan (ilhamla) söyler, hareket ettiğinde Allah’ın emriyle hareket eder ve sükunetinde de Allah’la dır. Böyle bir kimse her zaman Allah Teâlâ iledir, Allah Teâlâ içindir ve her an Allah’la beraberdir. [10]
Allah (c.c.) Sevgisini Doğuran Sebepler
Özelliklerini saydığımız bu konuma insan, Allah’a (c.c.) olan muhabbeti ve muhabbetin göstergesi olan Kur’an ve Sünneti hayatına etkin kılmakla ulaşmıştır. Meselenin boş bir iddia olmadığını belirten nebevi çizgideki sûfiler, Allah sevgisini doğuran ve kalpte karar kılmasını sağlayan etkenleri de şu şekilde sıralamışlardır:
1. Düşünerek, maksadını kavrayarak ve mânâlarını anlamaya çalışarak Kur’an-ı Kerim okumak. Bu okumaları “Diri okumak” çerçevsinde yapmak elzemdir. Bunun için de ayetleri düşünerek, anlayarak, üzerinde durarak, uygulayarak ve öğrendiklerini başkalarıyla paylaşarak Kur’an-ı Kerim okunmalıdır.
2. Farzları hakkıyla ve eksiksiz yerine getirdikten sonra nafile ibadetleri de eda ederek Allah Teâlâ’ya yakınlaşmak. Zira nafileler aynı zamanda farzların mütemmimleridirler. Unutmamalı ki hiçbir nafile farzın yerine geçmez.
3. Salih amellerle, hâlle, kalple ve dille her hâlükârda Allah’ı (c.c.) zikre devam etmek. Zikir, zaman ve mekânla mukayyet olmayan bir ibadettir. En önemlisi de Kur’an tilavetine devamdır.
4. O’nun muhabbetini tüm sevgilere tercih etmek; hevanın galebesi anında hevayı terkedip ilahi sevgiyi tercih etmek. Şayet heva, muhabbetullaha galip gelirse heva ilahlaşmış olur. [11]
5. Allah Teâlâ’nın esmasının, sıfatlarının ve fiillerinin anlamlarını kavramak, anlamak ve bunların anlamlarıyla hayatlarına anlam vermek. Özellikle her isimden alınması gereken bir nasip vardır. Bu nasiple hayata anlam katmak insanı kemâle ve ahlak-ı hamideye ulaştırır.
6. Allah Teâlâ’nın nimetlerini, ihsanını ve iyiliklerini müşahede etmek. Bu nimetlerin büyüklüğü karşısında acziyeti itiraf edip şükretmek. Şükür fiili bir durumdur. Sözle yapılması asla yeterli değildir.
7. Allah’ın (c.c.) huzurunda duruyormuşcasına inkisarı kalp halini muhafaza etmek. Edep ve hayâyı terk etmemek.
8. İlahi nimetlerin nüzul anı olan seherlerde O’nunla halvet; tilavet, münacaat ve huzurda olduğunun bilinciyle ibadet etmek. Seherleri gafletle geçirmemek. Zikre; Kur’an tilavetine, ilim tedrisine, istiğfara, tevbeye ve tefekküre devam etmek.
9. Allah Teâlâ’yı çok seven sadıklarla oturmak ve muhabbet etmek. Gaflet meclislerinde bulunmaktan kaçınmak. sadıklarla beraber olmak Allah (c.c.) tarafından teşvik edilmiştir.[12]
10. Allah Teâlâ ile kalp arasına giren her türlü sebepten uzaklaşmak. [13] Yalnızca Allah’a güvenip O’na tevekkül etmek. Sebepleri müsebbip saymamak.
11. Zikir meclislerine devam etmek, ilmi çalışmalar yapmak ve özellikle Kur’an ve hadis ilimleriyle meşgul olmak. Fıkıh ilminde ve kelâmda derinleşmek. Zikir meclislerinde istikamet ehli ulemayı tercih etmek şarttır. Bidat ehlinden zikir talimi yapılmaz.
12. İnfak ahlakını geliştirmek; kazandıklarında fakirlerin de hakkı olduğunu unutmamak. Allah Teâlâ’nın verdiklerini hak sahipleriyle bölüşmekten ve ihtiyaç ehline vermekten korkmamak.
13. Hac ve umreyi sık yaparak Yüce Allah’la olan ahdini tazeleyip bu bilinci çok canlı tutmak. Hacdan sonra fırsat buldukça umre yapmak.
14. Helal kazanca önem verip kendisi ve ailesi için her türlü şüpheli yiyeceklerden uzak durmak. Kaynağı bilinmeyen kazancı iale frtlerine yedirmemek. Zira yiyecek ve içecekler insanın düşüncelerini ve amelerini etkilerler.
15. Her hak sahibine hakkını vermek, kul haklarından şiddetle kaçınmak; varsa ödemek ve helalleşmek. Allah Teâlâ’nın huzuruna kul haklarıyla; ödenmemiş borçlarla, hırsızlık ve gaspla çıkmamamaya gayret etmek.
16. Hiç ara vermeden, bir an bile gaflete düşmeden mücahedeye devam etmek.
17. Allah Teâlâ’nın Kur’anda beyan ettiği üzere sevdiklerine muhabbet etmek, sevmediklerinden uzak durmak.
18. Her an korku ile ümit arası bir hayatı tercih etmek. Farzları ve sünnetleri yerine getirmek fakat yaptıklarına güvenmeyip Allah’ın lütfunu ummak. O’nun lütfu olmazsa ameler kimseyi kurtarmaz.
Saymış olduğumuz bu hususların tamamı, Allah Teâlâ’ya karşı muhabbeti doğurur. Bu muhabbet salih amellerle kalpte sabit hale gelir ve yakin kazanır. Şu bilinmelidir ki muhabbetullah içe yönelik pasif bir eylem değildir. Muhabbetullah; bilincin, salih amellerin, mücahedenin, imanı söndürmeye yönelik maddi manevi düşmanlara karşı savaşın, velayeti Allah Teâlâ, Resulullah ve mü’minlere teslim etmenin, sürekli yakaza halinde olup “Tutulan nöbet yerinde değil uyumak şekerleme bile yapmanın yasak” olduğunu kavrayarak yaşamanın meyvesidir. Bu özelliklerinden dolayı muhabbet, “aşk”tan ayrılır. Muhabbetin özünde kendinden geçme, bencillik, pasiflik, tembellik, kayganlık, baygınlık, illet ve sarhoşluk yoktur. Kuru bir sevgi olmadığının ifadesi olarak hayatın en basit eylemlerinden en karmaşık alanlarına kadar Hz. Peygamber’i (s.a.v.) örnek almak vardır. “Muhammed’siz muhabbet olmaz.” İlkesi muhabbete hâkimdir. Muhabbetullahı özümseyenler yaşadıkları çağın şahitleri ve şehitleridirler. Bu şehadetle ve muhabbetin aşkınlığı ile herkes irtidat etse bile muhabbet ehli bu insanlar Hak’ta sebat ederler. Kötülüklerin her türlüsüne, modern ve ilkel putçuluğa Hz. İbrahim gibi kıyam ederler. Siyasi, sosyal, hukuki, iktisadi ve dini hiçbir irtidada kayıtsız kalmazlar. Muhabbet sahibi, Allah sevgisinin zirve yapmasıyla ateşi gül bahçesi bilir ve Allah’tan başka kimseden korkmaz. Gerektiğinde Allah için ateşlere girmekten de zerre kadar çekinmez. “Ateşlere de atılsa, paramparça da edilse sevdiğine asla şirk koşmaz.” Muhabbetulah ehli, Allah’ın (c.c.) sevdiklerini sever, sevmediklerini asla sevmez.
[1] İbni Kayyim, Medaricu’s-Salikin, c.III, s.83.
[2] İbni Kayyim, Medaricu’s-Salikin, c.I, s.489.
[3] Ahmed, Müsned, c. III, s.103.
[4] Müslim, 1, İman, 15, Had.no: 68, c.I, s.66-67.
[5] Bakara 2/165.
[6] Nisa 4/150-151.
[7] Bak: Bakara 2/253.
[8] Bak: Maide 5/17; Tevbe 9/30-31.
[9] Bak: Âl-i imran 3/31
[10] İbni Kayyim, Medaricu’s-Salikin, c.III, s.17.
[11] Furkan 25/42
[12] Bak: Tevbe 9/119
[13] Muhasibi, Haris, Risaletü’l-Müsterşidin, (Tah: Abdulfettah Ebu Gulde) s. 244.
Mehmet Sürmeli
İrfan Meclisi Tasavvuf Serisi 2022