Bismillahirrahmanirrahim
Rahman ve rahim olan Allahın adıyla.
Allah’ın selamı hidayete tabi olanların üzerine olsun
Sevgili kardeşlerim,
Bu sohbetimizde gönül dünyamızı tarumar eden (parçalaya, bölen), hakikatleri görmemizi engelleyen, füyuzat-ı rabbaniyemize (rabbimizden gönlümüze intikal eden feyizlere) mani olan, kalbi hastalıklarımızın başında gelen Allah’ın hiç sevmediği ve bir ehli irfanda bulunmaması gereken gurur ve kibir hastalığından bahsedeceğiz.
Sevgili kardeşlerim, kibir gönül âlemimizde biriken kirlerdir. Noksanlıklarımız, hatalarımız, ruhumuzu kirletmektedir. Hal böyle olunca gönül aynamız hakikatleri görememektedir. Ehli Beyt İmamlarımızdan Seyyid Muhammed Bakır r.anh. Hazretleri söyle buyurmaktadır:
“Kişinin noksanlığı kalbindeki kibri kadardır. Küçük insanların büyük gururları olur.” buyurmaktadır.
Sevgili kardeşlerim, kendisiyle barışık olmayan, özgüven duygusundan yoksun kişilerin sığınağı gurur ve kibirli olmaktır. Kişiliği belirginleşmemiş, olgunlaşma sürecinde yarı yolda kalmış insanın kişilik sizliliğini gizleme çabasıdır gurur. Öyle ki kendisini var olduğundan daha büyük gösterme ve dahi bu amaç için eksiklikleri örtme gayretidir gurur.
Kardeşlerim, ahlak psikolojisi açısından baktığımızda, gururun temel sebeplerinden biri aciz olduğu bilicinden uzak yaşamasıdır. Bir şairimiz ne güzel söylemiştir:
Mala mülke mağrur olma,
Yok deme ben gibi
Bir muhalif rüzgâr eser
Savurur harman gibi
Bu şiirimizde olduğu gibi hiçbir ehli irfan, yani hiç birimiz ne malımıza, ne mülkümüze ne de bulunduğumuz makama, mevkiyye, rütbeye hiç birine gönül bağlamamalıyız. Eğer mala, mülke, servete, makam ve mevkiyye gönül bağlarsak şairinde dediği gibi bir muhalif rüzgâr eser, alır götürür neyimiz varsa.
Sevgili kardeşlerim, Müslüman daima güzel ahlaklı olmalı bütün hal ve hareketlerinde mütevazı olmalı bütün ölçülerinde Hazreti Peygamber (s.a.v.)’e ve onun ashabına, onun evliyasına benzeme gayretinde olmalıdır.
Bir Allah dostu şöyle demişti:
“Evladım meyve ağaçları gibi olun, kibirden, gururdan sakının bakın. Kayısı ağacının meyveleri olgunlaşınca hiç kibirlenmez, mütevazi olur ve dallarını yere doğru eğer ki insanlar istifade etsin diye.”
Kardeşlerim, kavak ağaçlarının dikliğine, boylarının uzunluğuna bakıpta aldanmayın. Bütün kibirli insanların kavak ağacı gibi burunları havada olur ve meyvesiz ağaçlar da hep dikine gider. Onun içindir ki her daim mütevazı olmalı, kibir ve gururdan sakınmalıyız.
Kıymetli kardeşlerim,
İçerisinde bulunduğumuz asırda, o kadar çok kibirli, gururlu insanlar var ki çevremizde kendinde bulunan kibir ve gururdan dolayı şeytanında kalbine vesvese vermesiyle pek çok insandan değerli olduğunu, üstün olduğunu ispatlama gayreti içerisine girer. Oysa hepimizin yaradılış mayası bir damla nutfeden ibarettir ve hepimiz bir gün toprak olacağız. Allah’ı Zülcelal’imiz bizim ne makamımıza, ne mevkimize, ne malımıza, nede mülkümüze bakar o sadece bizim rızasına uygun yasayıp yasayamadığımıza, Kur’an ve Sünnet yolunda ne kadar istikametle yürüdüğümüze bakar. Kendimize kibir ve gurur zindanı inşa etmeyelim. Eğer böyle yaparsak etrafımızda ne insanları buluruz, ne Salihleri ne de Haligı Zülcelal’imizin rahmetini… O ördüğümüz zindan acı akıbetimizi hazırlar…
Kibirli ve gururlu insanla, diğer insanlara evrene, dünyaya ve sonsuzluğa pencerelerini kapamış insanlardır. Kendilerimde balon gibi şişirerek büyüttükleri kibir ve gururları bir gün patlayarak dünya ve ahretlerini kararta bilir.
Sevgili kardeşlerim,
Pirimiz Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri hayatı boyunca hep mütevazı olmuştur. Yüce Rabbimizin Zat-ı Alilerini evliyaların en büyük derecesi olan Gavs’ul Azam, Kutb’ul Aktab, Gavs’us Sagaleyn, Sultan’ül Arifin… Gibi daha sayamayacağımız yüzlerce, binlerce dereceye yükselttiği halde hiç kibirlenmemiştir. Hatta bir gün kendisini ziyarete gelen insanlar odasının kapısında şöyle konuşuyorlardı:
“Ya şu Abdulkadir Geylani Hazretleri var ya çok âlim bir zat, bir başkası Seyyidimiz Abdulkadir Geylani var ya çok cömert bir insan, bir başkası bir başka vasıfla her gelen ziyaretçisi Hazreti Piri güzel hasletlerle övüyor. Bu övgüleri odasından dinleyen Sultanımız ellerini Rabbimize açarak gözyaşlarıyla beraber, “Ey benim Allah’ım! Ey benim sultanım! Ey benim rahmeti bol padişahım! Kapının dışındaki kulların benim hakkımda şunları şunları diyorlar, ben biliyorum ki bunların hiç biri bende yok. Ey benim Allah’ım yine ben biliyorum ki sen öyle bir Rabsin ki kullarının hüsnü zannını boşa çıkarmasın.” diye gözyaşı döküyor.
Yani kardeşlerim beni ne güzel övdüler diye kibirlenmiyor, gururlanmıyor. Bu övgülerin Rabb’inden kullarının kalbine ilham edilerek söylendiğini anlatmaya çalışıyor. İşte bu manevi yolun müntesipleri olan bizler hiçbir zaman gururlanmayacağız, kibirlenmeyeceğiz Allah bize yüce makamlar bile lütfetse bunların hepsisin geçici olduğunu bilip ve bu mevkileri verene daima şükür halinde olmalıyız.
Yolumuzun büyükleri her gün rüyanızda Allah Resulü’nü (s.a.v.) görseniz Hızır (a.s.)’la yoldaşlık etseniz şöyle demelisiniz bu güzellikler Rabbimiz rahmet pırıltıları ve yolumun büyüklerinin ve mürşidimin dua ve himmetiyle meydana gelmektedir. Dememizi istemektedirler. Kesinlikle ama kesinlikle işte ben şu zamandan beri dervişlik yapıyorum, şu kadar vird çekiyorum, şu kadar yıl hizmet ettim gibi gönül âlemimizi zindan edecek, yapmış olduğumuz bütün amellerimizi yok edecek kibir ve gurur hastalığından sakınmalıyız.
Son olarak sultanımız Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri’nden şu kıssayı anlatmak istiyorum:
“Pirimiz Gavsul Azam olunca uzak bir diyarda bulunan o devirde vahşi hayvanlara hükmeden bir şeyh yaşıyordu. Hazreti Pirin “Benim ayağım kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün velilerin başı üzerindedir.” sözüne öfkelenmiş ve yanına 400 müridini yanına alarak vahşi bir aslanın sırtına binerek Bağdat’a gelmiştir. Kapıdaki görevliye, Pirimizin dervişine, gurur ve kibir içerisinde:
- Şeyhiniz nerde niçin karşılamıyor beni? Hemen çağır gel karşılasın.! Diye çıkışır.
Derviş mütevazı bir edayla:
- Efendim siz üzülmeyin Şeyhimiz, Seyyidimiz Abdulkadir Geylani Hazretleri içeride talebe okutmaktadır. Haber ederim, hemen gelir. Der
Ve Sultanımıza haber eder. Sultanımız karşısında vahşi bir aslanın sırtına binmiş gurur ve kibir içerisinde duran şeyh efendiye.
- Buyurun, şeref verdiniz dergâhımıza hoş geldiniz der. Aslan sırtındaki şeyh efendi hala kibirden dem vurmaktadır.
- Efendi, efendi biz şu kadar yoldan geldik, hem dervişlerimiz aç hem de bineğim aç der. Sultanımız yine mütevazı bir edayla şeyh efendi siz üzülmeyin endişe etmeyin hele bir istirahat buyurun, bineğinizde doyurulur, dervişlerinizde dedi. Ve pirimizle beraber dergâhın içerisine doğru yürümeye başladılar. Birkaç dakika geçmedi ki dergâhın giriş kapısında bir Kargaşa bir gürültü meydana geldi. Ne oldu diye Dönüp baktıklarında dergâhın kapısının önünde yapmakta olan zayıf bir köpek vardı pirimizin dergâhına ait. O zayıf köpek şeyh efendinin üzerine binip geldiği koskaca aslanı paramparça etmişti. Bu manzara karşısında şeyh efendi şaşkına dönmüş ve hatasını anlamıştı. Müritlerine dönerek üzgün bir eda ile evlatlarım bu hadiseden ne anladınız diye sorar müritleri efendim ne anlayalım ki bir kel köpek koskoca aslanı paramparça etti dediler. Şeyh efendi “Evlatlarım ben buraya Gavsul azama bir sözünden dolayı kızdım ve ona haddini bildirmek için yabani aslan binip gelmiştim gördüğünüz, gibi Gavsul azam bana çok mütevazı misafir perver davrandı siz benim gibi kibirli ve gururlu olmayın. Benim kapımda aslan olacağınıza Seyyidimiz Abdulkadir Geylani hazretlerinin kapısında köpek olmanız daha hayırlıdır.” Dedi
Sevgili kardeşlerim, bu gurur ve kibir hastalığından nasıl kurtulacağız ona bakalım. Evliyanın büyüklerinden Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri konumuzla alakalı söyle buyurmaktadır;
“Kibir bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne uçulur.”
İşte Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’nin bu sözünde olduğu gibi belimize bağladığımız kibir ve gurur taşıyla ne bu dünyada itibarımız artar, nede rabbimizin yanında hatırımız sayılır, nede manevi yolumuzda ilerleme sağlarız. Hiç düşündünüz mü dergâhların kapıları neden ingindir? Bizlere eğilerek yükselmeyi öğretmek içindir. Yani mütevazı olun ki maddi manevi yükselesiniz. Hani bir söz vardır ya alçak yerde depecik kendini dağ sanar diye biz daima mütevazı olmayı Kur’an ve Sünnet ölçülerine göre yaşamayı öğrenmeliyiz. İmanımızı artıracak, ibadetlerimizi ihlâsla taçlandıracak, Peygamber sevgimizi zirveye çıkaracak hal ve davranışlarda bulunmalıyız.
Kardeşlerim, evvela bu hastalıktan kurtulmanın yolu namazımızı mümkün mertebe cemaatle kılmaya, Peygamber Efendimizin sünnetine sımsıkı sarılmaya ve Allah dostlarının hayat yaşantılarını kendimize örnek almaya, virdlerimizi, rabıtalarımızı vaktinde yapmaya, sohbetlerimizi hiç aksatmamaya, bizi kibre gurura götüren bütün hal ve davranışlardan uzak durarak, bu hastalıktan kutula biliriz. Ayriyeten ölümü düşünmek en büyük kibir ve gurur hastalığını kıran etkendir.
Sevgili kardeşlerim, şunu unutmayalım ki dağ ne kadar yüksek olursa olsun yol onun üstünden geçer. Sizler asla dağ olmaya heveslenmeyin ve asla gururlanmayın sizler yol olun ki herkes sizin üzerinizden geçerken siz dağların bile üzerinden geçesiniz.
Selam ve dua ile.
Hizmetkâr – 06.01.2013