SARAY HOLDİNG’in sahipleri ÖZDAĞ Ailesinin değerli büyüklerinden rahmetli babaları hayırsever insan Durhasan’ın Kamil ÖZDAĞ’ın vefatının 53.yıldönümünde, Anneleri hayırsever insan Semiha ÖZDAĞ‘ın vefatının 3 yıl ve SARAY HOLDİNG’in kurucularından olan rahmetli Ağabeyleri Hacı Adnan ÖZDAĞ’ın vefatının 27.yıl dönümünde, Tüm vatan Şehitlerimiz ve de 15 Temmuz Demokrasi Şehitlerimizin ve Saray Çalışanlarının ebediyete intikal etmiş olanların ruhlarını yâd etmek amacıyla 16 Aralık 2022 günü Cuma Namazı öncesi Aktekke Camii, Dikbasan Camii, Arapoğlu Camii, Yunus Emre Camii ve Üniversite Camii‘nde Hatm-i Şerif ve Mevlid-i Şerif Merasimi icra edilecektir ve geleneksel etli pilav dağıtımı yapılacaktır.
Ledünni ilim; Allah tarafından mümin kullarına lütfedilen vasıtasız bilgidir.[1] Ledünni ilim ne Kuran-ı Kerim’de ne de hadislerde kavramsal olarak açıklanmamıştır. Yüce Allah, Hz. Musa’nın buluşup görüştüğü salih kulu anlatırken Kehf suresinde “ledün” kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime daha sonra kavramlaştırılmış, hatta tasavvuf ilminde terimleştirilmiştir. Bu sürece medar olan ayet şudur; “فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَٓا اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا” “ Derken kullarımızdan bir kul[2] ile karşılaştılar ki biz ona katımızdan bir rahmet vermiş; kendisine tarafımızdan (evrenin bilinmezliklerine ve ilâhî takdire dâir, her Peygamberin sahip olmadığı bazı özel) bilgilerle donatmıştık.”[3] Ayette geçen öğretme olayı daha sonra kavramlaştırılmıştır. Ayetten yola çıkarak ledünni ilimle ilgili şu tanım yapılmıştır: “Allah’tan vasıtasız olarak gelen bilgi, ilham[4] tahsil yapmadan, çaba göstermeden kula öğretilen ilim. Eserden müessire, vicdandan vücuda doğru giden bir ilim değil; müessirden esere, vücuddan vicdana gelen bir ilimdir. Doğrudan doğruya vasıtasız bir keşiftir. Ledünni terimi, Hakk’a ait sırlara mahsus bir kavram olmuştur. Bir işin ledünniyatı demek, bir şeyin içinde yatan sırlar ve incelikler demektir.”[5] Böyle bir ilme layık olmak için Allah Teâlâ’nın emirlerine ihsan hâlinde sarılmak, harama düşmeyip mehruhlardan bile içtinap etmek; istikamet üzere hayat sürmek şarttır. Tevhidde olgunlaşıp velayetin siyasal boyutunda derinleşmeden; gönlü masivadan arındırmadan ledünniyat tecelli etmez. “Hane mamur olmayınca padişah teşrif” buyurmaz. Bütün gönüllere vakıf olan Allah (c.c.), böyle bir ilmi kime vereceğini bilir. Bize göre ise, ledünni denilen malumatlar; haramı helal, helali haram yapamaz. Şeriatın maksatlarına ters düşemez. Kur’an ve sahih sünnete aykırı olamaz.
Allah’ı (c.c.) gereği gibi zikretmenin amacı, insan-ı kâmil yetiştirmektir. Bunun en iyi yollarından birisi ilim yoludur. İlim yolunu benimseyen sufilerden Mevlânâ Hâlid (k.s.) (ö: 1242/1826), tasavvuf eğitimi verdiği dervişlerine yazmış olduğu mektuplarda, onların fıkıhla diğer ilimlerden daha fazla meşgul olmalarını, irşat hizmetlerini Kur’an-ı Kerim ve sünnet esasları çerçevesinde yürütmelerini istemiştir.[1] Zikrin hakikati de budur. Allah’ın ve Resulünün emirlerini bilip öğrenmektir. Bu zikir tamam olduktan sonra, ikinci büyük zikir, öğrendiklerini başkalarına da öğretmektir. Hakiki salikin ömrü bununla geçecektir. Yalnızca dilde kalıp kalbe intikal etmeyen zikir, zikir sayılmaz.[2] Bu ifadelerden güzel bir anlayış elde eder ve zikrin amacını iyi kavrayabilirsek onu bireysel bir zevk olmaktan kurtarırız. Ayrıca, esas zikrin de sadece “evrad” okumak olmadığını kavramış oluruz.
Zikri; zikri yapan varlıklar, zikreden organlar ve teklifi açıdan olmak üzere çeşitli sınıflara ayırmak mümkündür.
Kur’an-ı Kerim, hayatlarına ticaretin egemen olduğu bir toplumda nazil olmaya başlamıştır. Kur’an onların ilahî mesajı daha iyi anlamaları için ahirete ait kavramlarda bile ticaretle ilgili kelimeleri kullanmıştır. Ziraata elverişli olmayan bir coğrafyada ticaret, hayatı yönlendiren temel öğelerden biriydi. Böyle bir toplumda yaşayan Hz. Muhammed de (s.a.v.) ticaret hayatına amcalarının yanında çok erken bir yaşta başlamıştır. Ticari tecrübesini artırmış, hatta Yemen, Busra ve Suriye’ye defalarca seyahatte bulunmuştur.[1] Hz. Muhammed (s.a.v.), el-Emin sıfatını bu seferler ve ticaretteki dürüst davranışlarında kazanmış ve iktisadi hayatın alabildiğine kirlendiği bir zamanda doğruluğun, helal kazancın erken dönem örneklerini vermiştir.
Sûfiyye (Tasavvuf Ehli) Resûlullah’a (s.a.v.) uyma noktasında insanların önde gelenlerinden olduğu için onun sünnetini ihyaya en lâyık olanlardır. Resûlullah’ın (s.a.v.) ahlâkıyla ahlaklanmak, ona uymanın ve onun sünnetini ihyâ etmenin en güzel yoludur.
Nitekim şeyh ve âlim, Şeyhü’l-İslâm lâkabıyla mâruf, Ziyâuddin Ebû Ahmed Abdulvahhâb b. Ali bize, Enes b. Mâlik’den (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şerifi şöyle haber vermiştir: Enes (r.a.) diyor ki: Resûlullah (s.a.v.) bana: